Sosyal medyada yayılan bir video, bir kadının başörtülü bireyler hakkında kullandığı ifadeler ve kibirli tavırları nedeniyle kamu vicdanında büyük rahatsızlık meydana getirdi. Bahsi geçen kişi, başörtüsü takan kadınların “çakarlı arabalarla” gezdiğinden yakınırken, “biz iktidara geldiğimizde okullara da meclise de giremeyecekler” tehdidinde bulundu. Bununla da yetinmeyip, inançları doğrultusunda örtünen kadınlara “koyunlar, cahiller” gibi ifadeler kullanarak açıkça hakaret etti.
Bu tür söylemler, yalnızca bireysel bir öfkenin dışavurumu değil, aynı zamanda toplumun bir kesimine yönelik ideolojik tahakküm özleminin dışa vurumudur. Zihniyet şu: Eğer biz yönetirsek, inandığın gibi yaşayamazsın. Zira burada asıl dikkat çeken nokta, başörtülü birinin “çakarlı arabaya” biniyor olmasının neredeyse bir suç unsuru gibi sunulmasıdır. Sanki başörtülü bir kadının kamusal güce ya da yönetici konumlara sahip olması, başlı başına bir adaletsizlikmiş gibi. Bu düşünce, sadece bireylere değil, ülkenin toplumsal yapısına da hakarettir.
Çakarlı arabalara yalnızca başörtüsüzlerin binebileceğine dair gizli bir ön kabul, ne yazık ki Kemalist zihniyetin derinlerine işlemiş durumda. Halbuki, Kemalistlerin hasretiyle yanıp tutuştuklarını iddia ettikleri modern Türkiye’nin de en temel hedefi kadınların fırsatlara ulaşmaktan mahrum bırakılmadığı, istediği şekilde giyinebildiği bir devlet yapısı değil midir?
Bir yandan özgür kadından bahsedip diğer yandan kadının istediği gibi giyinemeyeceğini söylemek başlı başına bir garabet değil midir? Eğer bir kişi, başörtülü bir kadının yönetici pozisyonda olmasına tahammül edemiyor ve bunu “aykırı” buluyorsa, sorun o kişinin savunduğu ideallerle kurduğu bağdadır — başörtüsünde değil.
Bu zihniyetin kökeni, geçmişin vesayetçi anlayışına dayanır. Başörtülü “Devlet dairesine giremez”, “öğretmen olamaz”, “doktor olursa tarafsız olamaz” denilen günleri hatırlıyoruz. Aynı kısıtlamaları bugün yeniden hortlatmaya çalışanlar, sadece geçmişin hayaletini bugüne taşıyor.
Halkın inançlarına, görünüşüne ve yaşam tarzına karşı bu denli tahammülsüz söylemler, sadece kişisel bir öfkenin dışa vurumu olarak algılanamaz. Bilakis bir asırlık Kemalist eğitim sistemin, halkı bölmesinin ve kendi gibi düşünenlere aşıladığı kibrin net bir göstergesidir.
Kemalistler bu halktan üstün olmadıklarını anlayacakları güne kadar, bu halk iktidarı onlara asla teslim etmeyecektir.
Elbette eleştiri yapılabilir. Kamusal gücün suistimali varsa herkes gibi başörtülü biri de eleştirilebilir. Suç işlemiş bir başörtülü, kafasındaki başörtüsünden dolayı pozitif ayrımcılığı asla hak etmez ve etmemelidir de. Ancak bunların sorunu birinin suç işlemiş olması değil, o kişinin inancı ve giyim tarzıdır. Bir kimliği ya da inancı topyekûn hedef alan genellemeler, eleştiri değil nefret söylemine göz kırpan önyargılardır. Bunu bir kadın yapınca daha da acıdır. Çünkü kadın mücadelesi yaptığını iddia eden bu kadın, kadın haklarını savunma mücadelesinin başkasının kıyafetini aşağılayarak değil, herkesin özgürce yaşayabildiği bir zemin oluşturarak güçlendiğini henüz anlamamıştır.
Yani en temel sorun, Kemalizm’in kendi içinde yaşadığı tutarsızlıklardır. Yani Kemalizm’in bizzat kendisidir.
Mesut Tunce