• DOLAR 32.6
  • EURO 34.837
  • ALTIN 2502.485
  • ...

Osmanlı dönemi dahil olmak üzere tarihi darbelerle geçmiş Türkiye`nin son darbe girişimi tekerrürü tarihte bırakacak niteliktedir.

On beş Temmuzda girişilen darbe gerek yapanlar açısından, gerek yapılanlar açısından,  gerek biçim açısından, gerek karşılanma açısından gerekse spekülasyonlara açık olması açısından apayrı bir nitelik taşımaktadır.

Darbeyi yapanlar ilk defa İslam`ı referans alanlar tarafından yapılıyor ve yine İslam`ı referans alanlara karşı yapılıyor.  “Darbelerine” hep maruz kaldığımız Ulusalcılar ve Kemalistler darbe karşıtı bir pozisyon alıyor ehveni şer ilkesi gereğince. İlk defa halk hem de destansı bir mukavemet ile darbeye canı ile karşı çıkıyor. Ve ilk defa polis teşkilatı silahlı bir mukavemet göstererek darbeyi püskürten ve bitiren esas unsur oluyor.

Bilineceği üzere gözü kan bürümüş bu darbeciler;  tankların altına yatan, üzerine çıkan kahramanlarca durdurulmayacak kadar cani ve teçhizatlıydılar. Her yerde halka “vur” emri veren bu canavarların sivil halk tarafından tek başına durdurulması imkânsız idi. Hakeza silahlı emniyet kuvvetlerinin de halk desteği olmaksızın bu darbeyi bastırması imkânsız idi. Yine medyanın, özellikle hükümete muhalif televizyonların darbe karşıtı pozisyon alması darbeyi püskürtmede önemli bir ayak olmuştur. 

Hakeza Cumhurbaşkanı`nın ancak gaybi yardımlar ile izah edebileceğimiz bir şekilde Marmaris`teki otel baskınından dakikalar farkı ile ayrılıp İstanbul semalarında elli metre yakınında cirit atan darbeci F-16`lara yakalanmaması, İstanbul`a selametle inmesi tarihe altın harflerle geçmesi gereken bir cesaret örneğidir;  ve bir o kadar da kendini riske ederek halkın arasına çıkıp kısa da olsa bir konuşma yapması darbeyi püskürten bir başka temel etken olmuştur. 

Özel kuvvetler komutanının filmleri aratmayan bir serüven ile kurtulması, bir subayın darbecilerin beyni sayılan Semih Terzi adlı generali beklenmedik bir anda alnından vurması, bazı askerlerin kandırıldıklarını fark edip silah bırakması gibi daha birçok olağanüstülük arz eden ve neredeyse bir zamanlar Samanyolu tv`de yayımlanan “beşinci boyut” türünden gelişmeler olmamış olsa darbe püskürtülemeyecekti. Yani tamamen pamuk ipliğine bağlı bir kader.

Bu kardeşiniz bu köşede daha önce birkaç defa “bu ordu eski anlayış ve reflekslerinden hiçbir şey kaybetmemiştir. Görece bir sessizliğe ve hareketsizliğe bürünmüşse de batının, özellikle de ABD`nin bir işaretiyle neler yapabileceğini bilemiyoruz” demişti. 

O halde bu darbe girişiminden kanaatimizce çıkarılacak iki büyük ders var ve iki büyük tedbir lazım.

Birincisi; doğrusu ben,  önemli kısmı Türk olan Türkiye  Halkları`nın bir darbeye bu kahramanlıkta destansı bir mukavemet göstereceğini düşünmeyi bir yana bırakın hayal bile edemezdim. Bin yıllarca devletin her türlüsüne biat kültürüyle yoğrulmuş ve bu güne kadar “gelene ağam gidene paşam”  pratikleri göstermiş her zulme milliyetçi gerekçelerle inandırılmış bu halkın adeta üzerine giydiği kirli bir elbiseyi çıkarırcasına yalın ayak meydanlara koşması, göğsünü topa tüfeğe siper etmesi, bile bile ölüme yürümesi  kelimenin tam anlamıyla bir iftihar tablosudur ve mutlak bir sosyolojik değişimdir ve yine kanaatimce işin ehli sosyologlar bizi bu hususta aydınlatacak ciddi analizler/araştırmalar yapacaklardır. 15 Temmuz Direnişi bir millet için belki de darbeyi savmaktan daha büyük bir kazanımdır. Yani darbe başarılı olmuş olsaydı da bu destan bir sonraki nesilleri onlarca yıl ayakta tutacak ve direnen bir bilince sahip kılacaktı. 

Dolayısıyla hepimizin belki de yarınlarımızı da güvenceye alacak bu halk hareketine sahip çıkması ve hiçbir grupsal ve milliyetçi damara kanalize edilmesine müsaade etmeden büyütmesi lazım. 

Bu darbe girişiminden çıkarılacak ikinci büyük ders ise ordunun bu haliyle daima darbe yapabilecek bir yapıya sahip olduğunu kabul etmektir. Dolayısıyla orduyu öyle veya böyle bu veya şu eğilime teslim etmek çözüm değildir. Hangi eğilimden gelirse gelsin darbe iğrençtir ve insanlık dışıdır. Öyleyse çıkarılacak en büyük ders; orduyu, bir daha istese de, komuta kademesinin tamamı katılsa da, dış güçler destek verse de darbe yapamayacak bir yapıya kavuşturmaktır. Yani ordu darbe yapamayacak kurumsal bir özelliğe kavuşturulmalıdır. Aksi halde bir başka darbeyi beklenilen büyük Marmara depremini bekleme acziyeti içinde beklemekten başka bir şey yapılmamış olur.

Doğrusu bunun nasıl olacağını bilemiyorum. Bu işin uzmanı da değiliz. İşin teknik kısmını uzmanlara bırakıp hep birlikte yapısal değişim talebini yüksek sesle dillendirmeliyiz. Aksi halde kamuyu bunlardan temizlemekle sadece ölümü ötelemiş oluruz. Örneğin bir arkadaşım “büyük kentlerde ve şehirlerde bu kadar askerin, tankın, topun ne işi var. Sınır boylarına yayalım ki hem bizi düşmandan daha kolay korusun hem de bize darbe yapamasın” demişti. Cehaletimi bağışlayın ama bana da akılcı geldi. Nitekim darbe tehlikesini farklı yöntemlerle minimize etmiş devletler vardır.

Bu darbe teşebbüsü ile Allah iki büyük fırsatı hükümetin ayaklarının altına sermiştir.  Birincisi halktaki sosyolojik/politik devrimsel değişim, ikincisi ise askeriyede darbe yapma imkânını ortadan kaldıracak yapısal değişim fırsatıdır.  Bu iki  ikramdan sonuna kadar yararlanıp halkın geleceğini garanti altına alacak yapısal köklü değişimlerle taçlandırmak hayati öneme haizdir.

Ayrıca ikide bir askere selam gönderip “gelin Ak parti`yi beraber devirelim” diyen PKK`nin yapabileceklerini ve denklemdeki yerini göz ardı etmemek lazım.  Bir de unutmamak gerekir ki neredeyse yarısı darbeye katılan bu darbeciler dışarıdan gelmedi. Ordunun ince eleyip sık dokuduğu! “orduya alma stratejisi”ne rağmen orduya girmiş kişilerdir. “Bunlar orduyu temsil etmez, bizim askerler değildir”  hamaseti yaparak yine ordunun bildik yolda devam etmesine zemin hazırlayacak bir bakıştan kesinlikle kaçınmak lazım. Bir de hükümetin gerek darbenin oluşum aşamasında gerekse bastırılma aşamasına dair gerekse tasfiye sürecine dair spekülatif haberlere son verecek net, doğru, anlaşılır bilgileri halk ile samimiyetle paylaşmalı. Allah bir daha o geceyi yaşatmasın.