• DOLAR 32.376
  • EURO 34.98
  • ALTIN 2325.22
  • ...

Zindanlar; tarih boyunca muktedirlerin yok etmek; susturulanların da var olmak için yaşadıkları özel amaçla dizayn edilmiş yerlerdir. 21 Mart Dünya Şiir Günü vesilesiyle “zindan edebiyatına” özellikle de “şiirine” değineceğiz.

Kur`an-ı Kerim`de eksiksiz anlatılan tek hikâye, Hz Yusuf`un hikâyesidir. Yaşamı bir mekteptir.  O; “babasının gözbebeği; kardeşlerinin hedefi;  kervan ve sarayın nemalanma umudu; Züleyha`nın gözyaşı; zindan mektebinde bilenme ve mezuniyet, nihayet Mısır`ın AZİZİ” olma aşamalarından geçer. Şiir gibi.

Yusuf, mahpus arkadaşlarına sorar; “Ey benim zindan arkadaşlarım, birbirine aykırı Rabler mi daha hayırlı, yoksa bir ve her şeye üstün olan Allah mı?” (Yusuf, 39). O; zindanın içinde ve dışında başarırken edebiyat tarihinin  “En Güzel Kıssası” da oluşuyordu.

Dünya ve İslam edebiyatı, zindan kültürünün ürettiği edebi metinlerle doludur. M.Ö. İskender`in “Dile benden ne dilersen” sözüne karşılık, bidonda yaşayan filozof Diyojin`in dediği “Gölge etme başka ihsan istemem” sözü de neticede zindan üründür.

Kur`an-ı Kerim`de şairler pek övülmez; belki de dönemin şirkini besledikleri için.  Efendimiz(a)`in; şerir Ka`b bin Eşref`e “ferman” çıkartması; methiye yazan Kab bin Züheyr`e  - caize(!) namına- cübbesini vermesi; “Hasan(bin Sabit) şiir yazdı, hem (bana)şifa verdi, hem şifa buldu” ve “Beliğ sözde sihir vardır” demesi, sanat ve sanatçıya verdiği önemdendir.

Mazi ve günümüzdeki İslam ülkelerinin hatta camiaların ekseri, ucuz sebeplerden dolayı “düşünceyi” hep cezalandırmışlardır. ‘Siham-ı Kaza` hicviyelerinin sahibi Nef`i, yanlışın yüzüne haykırıp; “ehl-i dil düşmeni din yoksulu bir melunsun /öldürürlerse eğer can-be-cehennem a köpek ”deyip susmadığından boğdurulur.

Mazide; Nisimi, Dadaloğlu, Pir Sultan, Köroğlu gibi zevat, benzer tezgahlardan geçmiştir. Dadaloğlu`nun; “Belimizde kılıcımız Kirmani/Taşı deler mızrağımızın temreni/Hakkımızda devlet etmiş fermanı/Ferman padişahın dağlar bizimdir” dizeleri, zora karşı direnişin şiiridir.

Tanzimat`tan sonra aykırı şiir yazan şairlerin geneli; fail-i meçhullere, suikastlara nihayet zindanlara kurban edilmiştir. Tanzimat I. Döneminin mektebini oluşturan “Namık Kemal, Ziya Paşa, Şinasi” gibi zevat da zindan ve sürgün yemiştir.

Namık Kemal; “Felek her türlü esbâb-ı cefasın toplasın gelsin / Dönersem kahbeyim millet yolunda bir azimetten”  şiiriyle direnir. Aynı şair, Resulullah(a)`ın “Ümmetimin ihtilafında rahmet vardır” sözünü dile getirdiği; “Durur ahkâm-ı nusret ittihâd-ı kalb-i millette /Çıkar âsâr-ı rahmet, ihtilaf-ı rey-i ümmetten” şiiriyle de cezalandırılır.

Artan İstibdat şiddeti; “isyan ve nefret söyleminin” dozunu da arttırır. Öyle ki Tevfik Fikret umudunu, Abdülhamid`e başarısız bir suikast düzenleyen Ermenilere bağlayarak; “Ey şanlı avcı, tuzağını boşuna kurmadın!/ Attın... ama yazık ki, yazıklar ki vuramadın!” diyerek hayıflanır.

Mehmet Akif de Abdulhamit azledilince; “Yıkıldın gittin sen de işte ey Devr-i İstibdat” derken Cumhuriyet`le beraber, “atı alan Üsküdür`ı geçince” yıkılır ve yakınır; “Ben böyle bakıp durmayacaktım, dili bağlı,/İslâmı uyandırmak için haykıracaktım” derken, belki acz ve çaresizliğini itiraf etmekteydi.

Cumhuriyet dönemi pek sabıkalı. Bedri Rahmi Eyuboğlu`nun “Çeliğin hası da yiğidim aman böyle bilenir/Döşek diken diken yastık batıyor/Yiğidim aslanım burda yatıyor” mısraları betondaki narinliktir.

Ahmet Arif; “Yürü üstüne üstüne, tükür yüzüne celladın/dayan kitap ile../tırnak ile diş ile../dayan, rüsva etme beni” mısraları bir efsane, bir destandan başka ne olabilir ki!

Sabahattin Ali; “Aldırma gönül aldırma” derken, gerçekten de aldırmadı mı bilemem.

Zindan ile tanışmayan hiçbir kültürün büyümediğinin; hiçbir düşüncenin hayat bulamadığının şahidi tarihtir. Tecelli etmeyen çözümü zindanda arayan adalet; eninde sonunda  mürebbisinin ecelini hazırlamıştır.

Necip Fazıl`ın, “Zindandan Mehmed`e Mektub`unda; ”Beni kimsecikler okşamaz mâdem; /Öp beni alnımdan, sen öp seccadem!” derken, “Dünyaya kapalı, Allaha açık” mekanda, “KANUNLAR`ın” şerrinden, “Mel`un`dan korunmuş olan  RAHMAN`ın Arş-ı Âla`sına” gözyaşı gönderiyor.  “Yerinde mi acep, ölü ve mezar? /Yeryüzü boşaldı, habersiz miyiz? /Güneşe göç var da, kalan biz miyiz?” mısralarında, “maddenin sıkletinden manaya teslimiyet ve iltica” vardır. 

Üstad` zindanı; “ana rahmi” gibi emniyetlidir. “Ana rahmi zâhir, şu bizim koğuş;/Karanlığında nur, yeniden doğuş.../ Sesler duymaktayım: Davran ve boğuş!  //Mehmed`im, sevinin, başlar yüksekte! /Ölsek de sevinin, eve dönsek de! /Sanma bu tekerlek kalır tümsekte! /Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir! /Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!” (1961). Deruni dua selam.                         MY