• DOLAR 32.603
  • EURO 34.798
  • ALTIN 2504.771
  • ...

Bu hafta gündeme oturan operasyonlar, gözaltı kararları kimilerini derinden yaralarken kimilerini “eden bulur” sevinciyle rahatlattı. Peki, gerçekten bu gelişmeler adaletin tecellisi mi olacak? Haksız yere yar gılanan tutuklanan insanların yeniden adilce yargılanmaları ve üzerlerindeki karalamaların aklanması mı planlanıyor?

Bu tutuklanmaların sebebinin tahşiye yayın kurucuları hakkında yapılan haksız karalama, tutuklama ve on yedi ay suçsuz yere cezaevinde yatmaları olduğu söyleniliyor. Hangi grup cemaat ve camiaya mensup olursa olsun Müslümanların hatta bütün insanların adil yargılanmaları hürriyetlerinin korunması devletin en öncelikli görevlerindendir. Ancak bu operasyonlarla ne olup bitiyorsa gerekçelerine pek uymuyor ve sanki daha çok bir çıkar meselesi gibi görünüyor. Şöyle ki; paralel yapı sürecinde Ergenekon, Balyoz davasında yargılananlar dahi yeniden yargılanmak için tahliye edildi.

Peki, iftiralarla itham edilen, istenilen kurgularla dizilerde karartılan, gazetelerde üzerlerine kin kusulan, kalemler oynatılan, keyfi tutuklanmalarla cezaevlerine tıkanan ya da yurtdışına yerleşmeye mecbur bırakılan insanlar, eşlerinden ayrı kalan kadınlar ve baba hasreti çeken gözü yaşlı yüzlerce çocuğun hakkının çiğnenmesi de bu paralelcilerin elleriyle gerçekleşmedi mi?

Ancak söz konusu Kürdistan`da tanınan, bilinen mustaz`af Müslümanlar olunca göz yummalar çifte standartlar adaleti alaşa ğı ediyor. İhya Der davasının mağdurları halen haksız yere mağduriyet yaşarken ve isnat edilen suçlar, birkaç yardım faaliyeti, kutlu doğum etkinliği ve Filistin için gıyabi cenaze namazı gibi akıl izanın almadığı suçlamalarken bu mazlum ve mustaz`af Müslümanların hakkını kim üstlenecek? Hangi adalet bu mağdur insanların maruz kaldığı eziyetler üzerinde tecelli edecek?  Hangi adalet tarafından yeniden yargılanmak üzere deliller incelenip o kararı veren hâkim ve savcılar soruşturulacak?

Buna benzer yüzlerce soru işareti cevapsız kalırken bu tutuklamalar dahi adilane görünmüyor…

Ve basına darbe diye Avrupa`yı inletenler, kara kalemlerinin mağduru onca insanın karşısına geçip alınlarının ak, kalplerinin huzurlu olduğunu iddia ediyorlar.

Birkaç yıl önce Doğruhaber gazetesi genel yayın yönetmeni Mehmet Göktaş ve birçok gazeteciyi hiçbir geçerli gerekçe göstermeden sadece birkaç telefon dinlemesiyle terör kapsamında içeride aylarca pasifl eştirmeye çalışanlar, o gün basın özgürlüğü savunmasından dem vurmazken, bugün ‘basına darbe` yaygarasıyla israili bile ayağa kaldırıyorlar.

Ellerinde medya gücünü bulunduran bu yapı, Türk devletini dünya basınında karalamaya çalışırken devlet de, kendisine yapılmış bir ihanetin cezasını adalet adıyla gövde gösterisi yaparak ödetmeye çalışıyor. Maalesef ki adalete siyasi bir gölge olarak sığınan hükümet,  doğuda batıda bütün vatandaşlarını kapsayan bir adaleti gerçekleştirmedikçe ve gözlerimizin önünde bunca mütedeyyin şahsiyetler, adalet söz konusu olduğunda göz ardı edildikçe böylesi adaletin adalet olduğuna kimseyi inandıramaz. Adaleti, ayrım gözetmeksizin bütün kullarını kapsayan mazlumların Rabbi, haklıların hakkını haksızlardan yaşatılan her zulmün aynısını yaşatarak almaya muktedirdir.