Darbelerin dünü bugünü

Ekleme: 22.07.2016 14:50:00 / Güncelleme: 22.07.2016 14:50:00 / Araştırma
Destek için 

Mehmet Emin Özmen / Doğruhaber/Araştırma

15 Temmuz 2016 gecesi Türkiye tarihi bir gece yaşadı. Kuşkusuz ülkenin darbeler ile dolu geçmişinde bu gecenin ayrı bir yeri vardır ve ileriki zamanlarda bu durum daha iyi ortaya çıkacaktır.

Efendim benim yaşım 12 Eylül 1980 darbesini görmeye elverdi. Diğer darbeleri de büyüklerimizden dinledik, konu ile ilgili kitaplar okuduk. Adnan Menderes ve arkadaşlarının 27 Mayıs darbesi, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının ise 12 Mart Muhtırası sonucu nasıl idama gönderildiklerini öğrenmeye çalıştık.

Maalesef darbe geleneği çok daha derin sebep ve zamanlara dayanmaktadır. Asker bir millet geleneğinden gelen Türklerin darbe yapma alışkanlıkları Osmanlı`ya, Osmanlı içerisinde Yeniçeri Ocağına kadar gitmektedir.

Osmanlıda Padişahların Tahttan İndirilmeleri:

Fatih Sultan Mehmed`in İstanbul`u fethettikten sonra ordu içinde bazı düzenlemelere gittiğini biliyoruz. Sipahi ve Yeniçerilerin doğrudan padişaha bağlı olması, padişahın aynı zamanda yeniçeri ocağının başı olması, askeriyeyi ayrıcalıklı bir konuma getirdi. Fatih`in ölümünden sonra Cem Sultan`ı destekleyin Karamanlı Mehmet Paşa, Yeniçerilerce öldürüldü ve tahta Bayezid geçirildi. Devletin güçlenmesi için desteklenen asker, gereğinden fazla güçlenmiş oluyordu. Nitekim Osmanlı padişahlarından üçte biri askeri müdahalelerden sonra tahttan indirildi.

7 Safer 918/ 24 Nisan 1512 yılında tahta çıkan Yavuz Sultan Selim de babasını tahttan indirmişti. Babasının yaşlandığını, seferlere komutanlık yapamadığını beyanla yeniçerilerin desteğini bulmuş ve bu şekilde babasını tahttan feragat ettirmişti.

Genç Osman`da tahttan indirilerek katledilen padişahlardan biridir. Yenileşme taraftarı olan Genç Osman`ın icraatları, ulemanın ve özellikle de Yeniçerilerin tepkisini alıyordu. Sonuçta isyan başlar. Askerlerin öncülüğünde başlatılan isyana ulema da katılır. İsyancılar taleplerini bildirmek üzere Saray`ın kapısına dayanırlar. İsyancılar Saray`a girer ve padişahın amcası I. Mustafa`yı bulunduğu hücreden çıkarıp sultan ilan ederler. Genç Osman ise Yedi Kule zindanlarına kapatılarak orada katledilir. Genç Osman, bir ihtilal sonucu öldürülen ilk Osmanlı padişahıdır.

Kuşkusuz Osmanlı Yenileşme Tarihinde III. Selim`in ayrı bir yeri vardır. Bozulmuş Osmanlı düzenini tekrar düzelterek,  Devletin gücüne yeniden kavuşmasını sağlamaya çalıştı. III. Selim, Nizam-ı Cedîd adı ile askerî, mülkî, idarî, ticarî, sosyal ve siyasî bir dizi ıslahat yaptı. 1807 yılında Nizam-ı Cedid ordusunun kaldırılmasını isteyen yeniçeriler, Kabakçı Mustafa`nın önderliği altında ayaklandılar. III. Selim Nizam-ı Cedid ordusunu dağıttığı gibi 29 Mayıs 1807 tarihinde de tahttan çekilmek zorunda kaldı. ‘Şimşirlik` denen hücreye kapatıldı. 28 Temmuz 1808`de III. Selim, IV. Mustafa`nın emriyle boğduruldu.   

Padişahlardan Abdülaziz de cuntacılardan darbe yedi. Mithat Paşa önderliğindeki cunta meşruti yönetime geçmek istiyordu. 1876 yılı Nisan ayında ilk önce sadrazamlar yönetimden uzaklaştırıldı ve cuntacılar önemli görevlere getirildiler. 30 Mayısta ise bu kez Padişah tahttan indirildi ve yerine 5. Murat getirildi.

II.Abdulhamit, güçsüzleşen Osmanlıyı siyasi oyunlarla ve denge politikası güderek ayakta tutmaya çalışıyordu. Devletin borçlarının farkında olan Yahudiler, Filistin`i isteyecek kadar ileri gitmişlerdi. Tabi Padişah bu teklifi reddetti. Onurlu bir duruş sergileyen Padişahı içerden kurdukları kumpaslarla yıpratmaya ve neticede tahttan indirmeye çalıştılar. Bunun için kullanılan figür İttihat ve Terakki idi. İttihat ve Terakki`nin özellikle askeriye kolu İslamiyet`e karşı lakayt davranmaktaydılar. Toplum onları namazsız, abdestsiz olarak tanımaktaydı. Özellikle Rumeli`nde toplanan İttihatçıları, Anadolu halkları endişe ile izliyorlardı. Şeriatın kaldırılacağı endişelerini; “Din elden gidiyor, kadınlar artık peçesiz geziyor” şeklinde dile getiriyorlardı. 

Bu endişeler içerisinde bulunan halk, Serbesti Gazetesi başyazarı Hasan Fehmi`nin Galata Köprüsünde suikast sonucu öldürülmesi ve cinayetten İttihat ve Terakki`nin sorumlu tutulması neticesi tarihte adına 31 Mart Vakası denilen kalkışmayı gerçekleştirdi. Selanik`te bulunan İttihatçılar, Harekât Ordusu ile İstanbul`a müdahale ettiler. İşin neticesinde kumpas başarıya ulaştı ve Harekât Ordusu, II. Abdülhamit`i tahttan indirdi.

Türkiye`de Hükümetlerin Düşürülmeleri:

Aslında daha bahsedilecek çok olay var. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi 36 Osmanlı Padişahından 12`si tahttan indirildi. Ancak Türkiye`deki darbelerden bahsetmemiz daha doğru olacak. Bilindiği üzere ilki 27 Mayıs diye bilinen ve bir başbakan ile iki bakanın idamı ile neticelenen 1960 darbesidir.

Ülke uzun yıllar tek parti ile yönetilmişti. İlk çok partili seçimden sonra, CHP iktidarı kaybetmiş ve yerine halkla daha barışık olan Demokrat Parti iktidara gelmişti. Bunu bir türlü kabullenemeyen Cumhuriyetin kurucularında, bir geriye dönüş endişesi başladı, Demokrat Parti, devrimler yüzünden itibarını kaybetmiş cemaat, tarikat ve aşiretlerle işbirliği içine girdi. Bu da tepki ile karşılanıyordu. Sonuçta iş orduya uzandı. Kendilerini karşı bir devrim ile karşı karşıya sanıyorlardı. 

Adnan Menderes halktan tam destek alıyordu. Ancak şu unutulmuştu. İttihat ve Terakki deneyimi çok eski değildi. Genç subaylarda darbe fikri yerleşiyordu. Zaten dünyada birçok ülke, darbeler sonuçları gelen iktidarlarla yönetiliyordu. Neticede 27 Mayıs 1960`ta ordu emir komuta zincirine uymayarak darbe gerçekleştirdi. Netice malum. Hükümet düşürüldü. Bir başbakan ve iki bakan idam edildi.

Bir diğer askeri darbe 12 Mart 1971 muhtırasıdır. Süleyman Demirel hükümetin başındaydı. Ancak partisinden ayrılmalar yaşanmıştı. İstifayı reddediyordu. Ülke öğrenci hareketleri ile karışıyordu. İşçi eylemleri ayrı bir huzursuzluk kaynağını teşkil ediyordu. Ortam Adalet Partisini, Demokrat Partisinin bir devamı olarak gören askerlere da yansımıştı. Ordunun içinde sol bir devrim yapmak isteyen subaylar mevcuttu.

Darbe, 1971 yılında 12 Mart günü saat 13. 00`da TRT radyolarından okunan muhtıra ile ilan edildi. Demirel istifa etti. CHP Kocaeli Milletvekili Nihat ERİM`e hükümeti kurma görevi verildi. Türkiye çapında operasyonlar yapıldı. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan, 6 Mayıs 1972`de idam edildi.  Bu arada Faruk Gürler`in cumhurbaşkanı olma girişimi sonuçsuz kaldı. Fahri Korutürk Cumhurbaşkanı seçildi. 14 Ekim 1973`te seçimler yapıldı ve 12 Mart ara rejimi sona erdi.

12 Eylül 1980 darbesi başka bir faciaydı. Darbe öncesi ülkede sağ-sol çatışması vardı. Gerek sağcılardan gerekse solculardan birçok kişi suikastla öldürülüyordu. Siyasi denge bozulmuştu. Ekonomiyi, Süleyman Demirel “70 sente muhtacız” sözü ile özetliyordu. Ayrıca ABD, kendi çıkar ve NATO`nun güvenliği için Türkiye`nin istikrarda olmasını istiyordu. Çünkü, 1979`da İran`da bir inkılap olmuş ve SSCB, Afganistan`ı işgal etmişti. Bütün bunların üzerine Necmettin Erbakan liderliğindeki MSP, Konya`da “Kudüs Mitingi” diye dev bir organizasyon gerçekleştirmişti.

12 Eylül 1980 günü Kenan Evren`in TRT`de okuduğu bildiri ile darbe emir komuta zinciri içerisinde gerçekleştirdi. Ülkede büyük bir tasfiye hareketi gerçekleştirildi. 1 milyon 683 bin kişi fişlendi, 210 bin yargılama yapıldı ve 230 bin kişi tutuklanarak cezaya mahkûm edildi. 517 kişiye idam cezası verildi, 50 kişi infaz edildi.

En son 28 Şubat`a değinelim. Zaten darbeciler artık sağ ve sol cenahın ülke için bir tehlike arz etmediğini, dolayısıyla Türkiye`de sadece İslamcılar için bir darbe yapılabileceğini, bunun dışında darbeye ihtiyaç kalmadığını bildiriyorlardı.

24 Aralık 1995 tarihinde yapılan seçimlerde Refah Partisi birinci parti olmuştu. Uzun sayılabilecek görüşmelerden sonra, Refah Partisi ile Doğru Yol Partisi, Refah-Yol hükümetini kurmuşlardı. Tabi laikçi zihniyet durumu bir türlü hazmedemedi. Bütün siyasi, bürokratik, basın ve askeri kesim saldırıya geçti. Kendilerince “Laiklik elden gidiyordu.” Askerler başta yargı olmak üzere birçok kesime brifingler vermeye başladı. Erbakan`ın Tarikat liderlerine verdiği iftar yemeği uzun süre basında “Şeriatın hâkim olduğu” şekilde yayınlandı. Üstelik Erbakan dış siyasette de kendince bir yol izliyordu. İslam dünyası ile yakınlaşma siyaseti Batı dünyasını rahatsız ediyordu.   Medyada da art arda çıkan “Taksim`e cami”, “Ayasofya ibadete açılacak”, “500 tarikat 5 bin şeyh”, “Defileler yasaklanıyor” gibi manşetler askerleri de harekete geçirdi.

En sonunda 28 Şubat 1997 tarihinde uzun bir MGK toplantısı yapıldı. Askerlerin endişeleri kararlara çevrilip imzaya açıldı. Erbakan imzadan imtina etti. Ülkede Müslüman avı başlatıldı. Özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgesinde Hizbullah Cemaatine mensup kişiler işkenceli gözaltılar yaşadılar. O gün uyduruk göz altılarla yargı önüne çıkarılanlardan bazıları hala hapistedirler.