• DOLAR 32.591
  • EURO 34.825
  • ALTIN 2513.766
  • ...
Ağustos`tan AĞUSTOS`A  PKK
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Mehmet Emin Özmen / Doğruhaber/Araştırma

Bugüne kadar PKK`nin kuruluşu, 15 Ağustos 1984`teki Eruh ve Şemdinli baskınlarıyla arenaya çıkması ve zaman içinde geçirdiği evrelerle ilgili olarak, on binlerce makale, binlerce kitap yayınlanmış ve yüzlerce akademik çalışma yapılmıştır. PKK kendi yayınları vesilesiyle tezlerini ortaya koyarken, Türk milliyetçi ve ulusalcı çevreler bunlara antitezlerle cevap vermiş, tez ve antitezlerden sentezler çıkarılmıştır.

Bizim burada yapacağımız PKK`nin 15 Ağustos 1984`te eylemlere başlama yıldönümünden hareketle kuruluşu ve geçirdiği evreler ile ilgili üçüncü şık olan sentezlere ulaşmaktır.

Tabi küçük bir not ile başlamam gerektiğinin farkındayım. Her ne kadar 15 Ağustos 1984 Eruh ve Şemdinli baskınları PKK`nin ilk eylemleri olarak geçiyorsa da, Doç. Dr. İhsan Bal ve Emre Özkan, PKK`nin kanlı eylem kronolojisini 1979`dan başlatırlar. Hatta Ruşen ÇAKIR, Vatan Gazetesi`ndeki köşesinde 26.07.2012 günü; “Örneğin PKK 1970 sonlarından itibaren kendisine tabi olmayan diğer grupları şiddet yoluyla susturup Kürt hareketinin tekelini kazandı.” diyerek, hem yukarıdaki bilgileri teyit etmekte hem de eylemleri genel bir ifade ile belki de daha erkene almaktadır. Kısacası PKK kendinden önce kurulmuş Kürt örgüt yöneticilerine karşı suikastlerle işe başlamış, sonra da Eruh ve Şemdinli baskınlarıyla Devlete karşı silahlı eylemlere geçmiştir.

Neyse biz esas konumuza gelelim. PKK`nin kuruluşu, eylemleri, geçirdiği süreçler ile ilgili olarak, taraflarca kaleme alınan ve taraf oldukları için de objektif olmaktan uzak tez ve antitezler olduğunu yukarıda belirtmiştik. Bu tezlere taraflar açısından değinmekte fayda var.

PKK AÇISINDAN:

PKK açısından Kürt sorunu çok örgütlü bir yapı ile çözülmezdi. Kürtler sadece PKK etrafında toplanmalı, diğer örgütler tasfiye edilmeliydi. İşte Doç. Dr. İhsan Bal ve Emre Özkan`ın PKK eylemlerinin başlangıcını 1979`a almalarının sebebi, bu örgütün kendi dışındaki Kürt örgütlerine giriştiği suikast eylemleriydi. 12 Eylül`den önce bölgede var olan ve PKK`nin kendilerine sosyal şoven dedikleri; KUK (Kürdistan Ulusal Kurtuluşçuları), DDKD (Devrimci Demokrat Kültür Dernekleri), KDP`nin Türkiye yansıması gibi örgütleri şiddet ile bastırmaya çalışmış ve hatta bu örgütler içindeki yurtsever kadroları kendi içinde eritmiştir.

DEVLET AÇISINDAN:

Yukarıda belirtilen PKK`nin; ”Kürdistan`da sadece PKK olmalıdır, diğer örgütlerin tasfiye edilmesi gerekir, ancak bu şekilde bağımsız Kürdistan kurulur.” fikri Türkiye Cumhuriyeti`ne altın tepside sunulan bir ikram gibiydi. Çünkü o zamana kadar belli bir kurumsal kimliğe kavuşan Kürt örgütlerine, “Böl, parçala, yok et” taktiğini uygulaması için uygun zemin bulunmuş oluyordu.

Bu nedenle PKK`yi MİT kurdurdu fikri hala geçerliliğini sürdüren bir tezdir. Bunu Kürt aydınları, Türk sol çevreleri ve Türkiye`deki birçok yazar-çizer takımı kabul etmektedir. Örnek vermek gerekirse; Uğur Mumcu`nun öldürülmeden önce PKK-MİT ilişkisi üzerinde durduğu bilinen bir gerçektir. Bu ilişkinin izlerini yakalayan Mumcu, görüşlerini yayımlama aşamasındayken bombalı bir suikasta kurban gitti. Cinayeti İslami gruplara yıkmaya çalıştılar. Bu konuda 21 Ocak 2012`deki Sabah Gazetesi`ndeki yazısında Haşmet Babaoğlu; “Mumcu`nun MİT ve PKK`nin kuruluşu arasındaki ilişkiyi sorguladığı için öldürüldüğü tartışmasız bir gerçektir.” dedikleri halde, gazetelerinde “Mumcu Cinayetinde İran Kuşkusu” başlıklarını atan gazetelere ateş püskürtmektedir.

Yine Dengê Kürdistan`ın Şerafettin Elçi ile yaptığı röportajında Elçi, BDP`ye geçmeden önce Uğur Mumcu ile aynı kanaatleri paylaşmaktadır.

KÜRTLER AÇISINDAN:

PKK`nin esas amacı; Türkiye, Suriye, Irak ve İran`da bulunan Kürt coğrafyalarının birleştirilip, Marksizm ideolojisi ile bağımsız bir Kürdistan kurmaktı. Birçok Kürdün kulakları Marksizm`e aşina olmazsa bile, bağımsızlık fikri hoş geliyordu.

Yapılan kanlı eylemler sonucu, dökülen kan ile orantılı olmazsa bile bazı yumuşamalar görüldü. Örneğin; TRT`de Kürtçe bir kanalın yayına girmesi, Kürtçe eğitimde bazı iyileştirmelerin yapılması, Artuklu Üniversitesi`nde Kürt Dili ve Edebiyatı Bölümünün açılması, kültürel anlamda Kürt Edebiyat ve yazım hayatı ile Kürt Müziği önündeki engellerin kaldırılması gibi.

İSLAMİ GRUPLAR AÇISINDAN:

PKK Kürtlerin milliyetçi ve sol çevrelerini tasfiye edip, onların içinde yetişmiş elemanların bazılarını devşirmesi neticesinde Türkiye`nin Kürt coğrafyasında tek başına kalmayı başardı. Ancak orta yerde bir sorun vardı. Kürt dindarlarından oluşan yapılara da düşman olan PKK, onları da tasfiye etme girişiminde bulundu. Çünkü İslami gruplar Marksist/Leninist bir Kürdistan`ı kabullenmiyorlardı. Daha doğrusu PKK`nin İslami öğeleri öteleme politikalarına karşı kendi çaplarında mücadele veriyorlardı.

PKK`NİN GEÇİRDİĞİ EVRELER:

PKK`nin Marksist/Leninist, hatta Stalinist bir ideolojiye sahip olduğu ve ilk kuruluşta bunu deklere ettiği ortada açık seçik durmaktadır. Ancak süreç içerisinde SSCB`nin dağılması, komünist ülkelerin bir bir yıkılıp, yenidünya düzenine entegre olmaları, Müslüman Kürt halkının bu ideolojiye yabancı olması gibi nedenlerle, PKK tabanda ideolojisini terk etmek zorunda kaldı. Tabi bu ideolojik boşluğun doldurulması gerekiyordu. Bu noktada onların imdadına Kemalizm yetişti. Atatürk gibi ulusalcı bir çizgiyi benimsediler.

Daha önceleri “Dinin afyon” olduğunu savunan Abdullah ÖCALAN, Ali Fırat kod ismiyle, MELSA (Marks, Engels, Lenin, Stalin, Apo) Yayınları tarafından yayınlanan “Din Sorununa Devrimci Bir Yaklaşım” isimli kitabıyla, İslam`ın devrimci yönlerinin olduğu, İran`daki gibi harekete aktivite kazandırabileceğini, bu enerjiden istifade edilmesi gerektiğini bildirdi. Bunun üzerine “Kürt Dindarlar Birliği” gibi yapılar oluşturuldu ve eski medrese imamları örgüt içinde kullanılmaya başlandı.

Dört parçalı Kürt coğrafyasının birleştirilip, Marksist ideoloji ile bağımsızlığı fikrinden hareket eden PKK, ideolojisini terk etmekle kalmayıp, yaptığı açıklamalar ile bağımsızlığı da rafa kaldırdığını, “Biz karpuz gibi ikiye bölünmek istemiyoruz” cümlesiyle özerkliğe razı olduklarını deklere etti.

Türkiye, İran, Irak ve Suriye ‘den toprak alıp, bağımsız Kürdistan fikri ile yola çıkan PKK; MİT`in diğer Kürt örgütlerine karşı kendini kullanmasına, Suriye`de Hafız Esed döneminde, Suriye`nin su politikasına karşılık olarak bu ülkenin bir piyonu olmasına, Saddam Hüseyin`in Körfez Savaşı esnasında Türkiye`ye karşı bir kozu olmasına ve bir zamanlar Laik Türkiye`nin zayıflatılması için İran`ın müsamaha ile yaklaştığı bir lejyoner olmasına kendi içinde izin verdi.

SONUÇ:

PKK`nin MİT tarafından kurulduğuna dair en büyük delil, 12 Eylül askeri darbesinin bir buldozer gibi diğer Kürt örgütlerinin üzerinden geçmesine rağmen, PKK`nin lider ve militan kadrolarıyla Bekaa Vadisi`ne yerleştirilmeleridir. Eğer o zaman ki buldozer isteseydi bu yapılanmayı da ezip geçebilirdi.

12 Eylül öncesi Ankara öğrenci hareketleri içinde bulunan Abdullah Öcalan`ın eşi Kesire Öcalan`ın babası, yani Öcalan`ın kayınbabasının MİT ile ilişkisi olduğu ve bu vesileyle yapılan bazı eylemlerde solcu öğrenci liderler ceza alırken, meşhur Savcı Baki TUĞ`un “Delil yoktur” deyip onu serbest bırakması ilginç bir durumdur.

Uluslararası arenada PKK`nin şirin görünmesinin en büyük nedeni; laik, seküler zihniyetinden kaynaklanmaktadır. Bu durum Türk laiklerin de hoşuna gitmektedir. Çünkü 29 Ekim 1923`te ilan edilen Cumhuriyetin ana hedeflerinden biri ülke içinde yaşayan her kesimin laikleştirilmesi idi. Cumhuriyet nesli bazı bölgelerde bu hedefini halka benimsetti. Ancak ayrı bir dil ve kültüre sahip olan Kürtleri, laik yaşama alıştıramadı. Onun için bu yaşam tarzının Kürtlere, kendi dillerini konuşan ve kültürlerini paylaşan kişilerce enjekte edilmesi gerekiyordu. Tam da burada PKK devreye girip, özellikle günümüz Kürt genç kız ve erkeklerinde etkileri açık seçik görülen Batı`cı yaşam tarzını Kürtlere benimsetmeye çalıştı.

PKK`nin ulusalcı, laik, batıcı yaşam tarzı Kürt aydınları arasında tartışılmış, Altan Tan`ın tencere-kapak benzetmelerine yol açmış, kapağın tencereye uymadığı belirtilmiştir.

Sonuç olarak geleneksel İslami bir yaşamları olan Kürtlerin, devrimci bir İslami yaşam tarzına geçişlerine engel olunması açısından PKK, gayri İslami tüm devlet ve kurumlarına şirin gelmektedir. Bundan sonraki süreçte de var olup-olmayacağı, Kürtleri İslam`dan uzaklaştırıp, batı tarzı bir hayata geçirebilme yeteneğine bağlıdır.

Bu haberler de ilginizi çekebilir