• DOLAR 32.374
  • EURO 35.033
  • ALTIN 2326.03
  • ...
Tarihte Bugün
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

TARİHTE BUGÜN / 11 ŞUBAT / DOĞRUHABER / İSTANBUL

1808: Antrasit ilk defa bir yakıt olarak kullanıldı.

Antrasit doğal katı yakıtlar sınıfından olan yüksek kalorili bir kömür türüdür. Pahalı olduğu için kullanımı sınırlıdır. Isınmadan çok kimyasal reaksiyonlarda indirgeyici olarak kullanılır. Doğada sınırlı miktarda bulunduğundan satışı kolay değildir. İçerdiği safsızlık çok az, karbon yüzdesi çok fazladır. Güçlükle tutuşan, koku ve duman çıkarmadan yanan bir çeşit taş kömürüdür. Katılık ve yoğunluğu diğer kömürlerden çoktur. Parmak üstünde leke bırakmaz. Kısa mavi renkli bir alevle yanar. Kalori 9.000 - 9.500 olduğu için lokomotiflerde kullanılır. Türkiye'de Kastamonu ilinde bulunan antrasit kömürleşme derecesi en yüksek, jeoloji bakımından en eski kömürdür.

1920: Mısır kralı  I. Faruk doğdu. 1965'de ölen I. Faruk, 1936 ila 1952 yılları arasında Mısır Krallığı yapmıştır. Mısır'ın yani kendi ülkesinin İngilizlerce işgaline tarafsız kalmış ama Müslüman Kardeşler Teşkilatının yok edilmesinde, El Benna gibi liderlerinin şehid edilmesinde İngilizlerin menfaatine hizmet etmiştir. Cemal Abdunnasır tarafından 1952'de devrilinceye kadar Mısırlılara zorba bir kral, İngilizlere itaatkar bir uşak olmuştur.

1925: Şeyh Sait kıyamı başladı. Aslında bu gibi vakalar bir süreç içinde vuku bulduğundan farklı milatlarla ifade edilebilir. Kimileri kıyam tarihini 13 Şubat olarak da gösterir. Netice itibariyle Şeyh Said, İslami Hükümlerin bir bir kaldırılıp, Kur'an'ın hürmetinin çiğnenmesi üzerine harekete geçer ve köy köy dağ taş demeden gezerek şuurlandırma çabalarına başlar. Niyeti elini iyice güçlendirdikten sonra kıyama start vermektir. lakin onun faaliyetlerinin istihbaratını alan yönetim kıyam hareketi daha büyüyüp gürbüzleşmeden karşı atağa geçer. Şeyh Said Efendi, Piran'da kardeşinin evindeyken 5 mahkumu almaya gelen küçük bir askeri birlik provakasyonda bulunarak kıyamın erken başlamasını sağlar. Bazı gelişmeler kendi iradesi dışında gelişince Şeyh Efendi de planladığı tarihin çok öncesinde "Bismillah" der ve Allah'ın takdiri gidişat bilindiği şekilde vuku bulur. Bu hareket rejimin propagandalarıyla içte destek bulmaması için Kürt Devleti kurma gayesi ile yaftalanırken dışarıya Şeriat devleti kurmak istiyorlar diye propaganda yapılmıştır. Neticede bugün bile canlı şahidlerin anlattığı ve saklanan tarih sayfalarında anlatılanlara göre kıyamdan sonra bölge halkı top yekun katliamlara uğratılmıştır.

1941: Ecnebi yani Türkiyeli olmayan Musevilerin Türkiye'den transit geçmeleri hakkında kararname yayımlandı. Bu kararnameye göre tabiiyetlerinde bulundukları devletler tarafından kısıtlama getirilmiş ecnebi Museviler, ancak konsolosluklardan transit vizesi alarak Türkiye topraklarından geçebilecekler. Filistin topraklarında Yahudi nüfusunu artırmak amacıyla Avrupa'dan kovulan Yahudilerin gittikleri her yerde Filistin'den başka açık kapı bulmamaları için dünya çapında örgütlenmelere gidilmişti. Siyonist örgütler dünya Yahudilerine çağrıda bulunarak "Gelin Filistin'de toplanıp sayımızı artıralım ki bir Siyon Devleti kurabilelim" diyor ama dünya Yahudileri buna icabet etmiyordu. Zira doğup büyüdükleri ülkelerde iyi kötü ortam kurmuşlardı. Düzenlerini bozup Filistin'e gitmek hele ki Filistin'de müslümanlarla bir çatışmanın ortasına düşmek işlerine gelmiyordu. Bu sebeple dünya Siyonist büyükleri Hitler gibi bir caniyi kimilerine göre anlaşmalı ve danışıklı olarak kullandı. Birdenbire Avrupa Yahudileri başta olmak üzere tüm ülkelerdeki Yahudilere baskılar arttı. Özellikle 2. Dünya Savaşı döneminde Yahudiler can güvenlikleri kalmadığı için yer değiştirmeye başladı. Ama Siyon Örgütler hazırlıklarını iyi yapmıştı. Tıpkı bir sürüyü belirlenen bir yerde toplamak için arkasından ateş yakmak suretiyle sürünün istenen yere güdümlemesi gibi dünya Yahudileri bir anda ateş içinde bırakıldı. Bu ateşten kaçabilecek tek kapı açık bırakıldı: Filistin..

Bu manada Adolf Hitler ile o dönemdeki Siyonist Liderlerin, Hitlerin Yahudileri işgal ettiği her yerde kaçıracak kadar ezip öldürmesi konusunda anlaştıklarına dair dünya tarihçilerince söylenen ciddi bulgular vardır. Nitekim Hitlerin sözde Yahudi düşmanlığına rağmen ordusunda yüksek rütbeli Yahudi subaylar bulunduğu gibi yabana atılmayacak deliller de vardır.

1953: İstanbul Gazeteciler Cemiyeti ''Gericilikle Savaşım'' için ''Ulusal Dayanışma Cephesi'' kurmayı kararlaştırdı. Bu rejim işbaşı yaptığı günden beri gericilikle savaşıp durdu. Ne hikmetse ne gericilik bitti ne de ilerleye ilerleye uzaya çıktı.

1979: İran İslam Cumhuriyeti kuruldu. Uzun sürgün hayatından sonra ülkesine dönen Ayetullah Humeyni İran'da İslam Cumhuriyetini ümmete ilan etti. Şah'ın Başbakanı Bahtiyar istifa etti.

1990: Güney Afrika'da ırkçı rejime karşı savaşan Afrika Ulusal Kongresi'nin lideri Nelson Mandela 27 yıllık hapis hayatının ardından özgürlüğüne kavuştu.

1994: Başbakan Çiller: "Kriz bitti, bir daha tekrarlanmaz." dedi. Herkese ev, işyeri ve araba anahtarı olarak 3 anahtar vaad eden Çiller bu sözleri söyledikten iki ay sonra büyük kriz patlak verdi.

1995: Srebrenica katliamında on bine yakın Bosnalı Müslüman Sırplarca katledildi.

1998: Türkiye'de 12 kentte bulunan 78 kumarhane kapatıldı. Kapatma kararı bir müddet önce çıkarılan "Turizm Teşvik Yasası'nda Değişiklik Yapılması Hakkındaki Yasa" uyarınca alındı.

1998: Başbakan Yılmaz, vali ve kaymakamları, bölücülük ve irticayla mücadele için kurulan Sivil Çalışma Grubu'nun (SÇG) üyesi yapan bir genelge yayınladı. Sivil Çalışma Grubu, Başbakan Yılmaz'ın Başbakanlık Müsteşarı Yaşar Yazıcıoğlu'nun başkanlığında oluşturduğu, Adalet, İçişleri, Dışişleri, Milli Eğitim bakanlıklarıyla MİT müsteşarları, Emniyet Genel Müdürü ve bir asker üyeden oluşuyor. Zaman zaman toplanan SÇG, gerekli gördüğü bürokratları da toplantıya çağırabiliyor. 28 Şubat döneminin utanç çalışmalrından biri olan Sivil Çalışma Grubu ve emsali çalışma grubları dahiline aldığı birimleri ajan olarak kullanıp 28 şubatçılara sağlıklı bilgi akışını sağlıyordu. Buna göre post modern bir darbe yapan asker, sivilleri organize ederek elini, gözünü ve kulaklarını halkın içinde girebildiği her yere sokuyordu. Bu şekilde kebabçılar, fırıncılar, cumaya gidenler, Kur'an dersi alanlar... İslamdan kaynaklı yapılan ne kadar iş varsa istihbaratı biriktiriliyordu. 2005'lerden sonra herkes bu fişlemeleri utanç verici ve ahlaksız olarak buldu. Ama şu ana kadar da sorgulanmayan bir durum var. Bu vesileyle Türkiye'de belki de ilk kez Çağrı TV'de bunun sorgusunu yapalım: 28 Şubat ve sonrasında özellikle ivme kazanan fişlemelerle nereye varılacaktı? yani simitçisinden kebapçısına kadar, ev hanımından işçsine kadar herkesin, tesettürlü, sakallı, cumaya gider, cami cemaatlerinin, çocukları Kur'an dersi alanların fişlenip istihbaratlarının toplanmasıyla ne yapılmaya çalışılıyordu? Halbuki daha önceleri devler sadece önemli konumlarda veya kendi bünyesindeki personelini ve aktif olan cemaat ve tarikat mensuplarını markaja alıri fişlerdi. Fakat, Sivil Çalışma Grubu, Batı Çalışma Grubu gibi ajan grubları oluşturularak sıradan, kendi halinde, inançlı vatandaş olan insanlar fişlenip istihbaratları toplanıyordu. Ak Parti hükümetinin bu yoldaki olumlu adımları ile düzeltme ve düzenlemeler olduysa da neden kimse çıkıp da; "-Bu istihbaratları toplayanlara- Bu bilgileri nasıl değerlendirecektiniz? Bu işin sonunda ne yapacaktınız?" diye sormadı. öyle istihbarat hobby olsun diye yapılmaz. İstihbarat toplanır, düzenlenir, değerlendirilir ve gereği yapılır. Peki fişleme döneminin sonunda ne yapılacaktı? Bu sorunun cevabını şimdilik sizlere bırakıyoruz. Ama inanın ki 28 Şubatçıların emelleri arzu ettikleri kadar devam etseydi 28 Şubatçılar toplayadurdukları istihbaratın gereğini yapacaklardı.

Ne mi yapacaklardı?

İnsan düşünmek bile istemiyor. Ama inanıyoruz ki, Türkiyeli müslümanlar olarak büyük bir kıyımın kenarından dönmüş olduk.

2007: Amerikan Savunma Bakanlığı, Irak işgali öncesinde Bağdat ve El-Kaide bağlantısı yönündeki bilgilerin abartıldığını itiraf etti. BBC Türkçe Servisi'nin haberine göre, Amerikan Savunma Bakanlığı tarafından yürütülen bir soruşturmada, Irak işgali öncesi, Bağdat yönetimi ile El Kaide arasında bağlantı bulunduğu yönündeki bilgilerin abartıldığı vurgulandı. Raporda, özellikle Savunma Bakan Yardımcısı Douglas Feith'in (Daglıs feyt) düzenlediği bazı bilgilendirme toplantılarında uygunsuz bilgilerin sunulduğu kaydedildi. Daha sade bir anlatımla, Amerika tüm dünyanın gözünün içine bakarak Irak'ı işgal gerekçeleri hakkın yalan söylediğini kabul etti.

2009: Eski Özel Harekât Dairesi Başkanvekili İbrahim Şahin, Ergenekon kapsamında tutuklanmadan önce çıkarıldığı savcılıkta; Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'un bilgisi dahilinde ve Genelkurmay İletişim Daire Başkanı Tuğgeneral Metin Gürak'ın talimatıyla 150-300 arası asker ve polisten oluşacak S-1 adlı birimi oluşturmak üzere çalıştığını iddia etti. Şahin'in ifadelerine göre S-1 adlı birimin hepsi Türklerden oluşacak ve Türkiye'nin iç temizliğinden sorumlu olacaktı.

2011: Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek, uzun bir direnmenin ardından istifa ettiğini açıkladı.

2011: Mısırda Mübarek devrilirken Türkiye'de de küçük Mübarekler devriliyordu. Bir zamanların "Küçük tepeleri -haşa- ben yarattım" edasıyla müslüman halkın değerlerine cephe alan Ergenekoncu subaylar Balyoz Planı suçlamasıyla tutuklandı. Balyoz Planı davasının 13'üncü duruşmasında 163 sanığın tutuklanmasına karar verildi. Tutuklananlar arasında Deniz Kuvvetleri eski Komutanı emekli Oramiral Özden Örnek, Hava Kuvvetleri eski Komutanı emekli Orgeneral İbrahim Fırtına da bulunuyor.1'inci Ordu eski Komutanı emekli Orgeneral Çetin Doğan, emekli orgeneral Ergin Saygun ve Korgeneral Nejat Bek'in de aralarında bulunduğu 29 asker hakkında ise yakalama kararı çıkarıldı. Duruşmaya katılan ve tutuklanan 133 emekli ve muvazzaf asker mahkeme salonunda hep bir ağızdan Harbiye ve Deniz Harp Okulu marşını okudular.

2012 : İran İslam Cumhuriyeti İslam İnkılâbının 33. Yıl Dönümü Münasebetiyle Ülke Genelinde Gerçekleştirilen Kutlamalara Milyonlarca Kişi Katıldı.
Yüzlerce Yerli Ve Yabancı Haber Muhabirleri Ve Fotoğrafçılar Tahran'daki Kutlama Haberini Dünya'ya Servis Etti.

2012 : Resmi Bir Ziyaret İçin İran`ın Başkenti Tahran'da Bulunan Filistin Başbakanı İsmail Heniyye, 1979'daki İslam Devrimi'nin 33. Yıldönümü Dolayısıyla Tahran'da Yapılan Kutlamalara Katıldı.

Burada Bir Konuşma Yapan İsmail Heniye, "Batı Bizden Direnişi Bırakmamızı Ve İsrail'i Tanımamızı İstiyor Ama Ben Bu Vesile İle Bunun Asla Olmayacağını Duyurmak İstiyorum" Dedi.

MERCEK

11 ŞUBAT 1925: Şeyh Sait kıyamı başladı. Aslında bu gibi vakalar bir süreç içinde vuku bulduğundan farklı milatlarla ifade edilebilir. Kimileri kıyam tarihini 13 Şubat olarak da gösterir. Netice itibariyle Şeyh Said, İslami Hükümlerin bir bir kaldırılıp, Kur'an'ın hürmetinin çiğnenmesi üzerine harekete geçer ve köy köy dağ taş demeden gezerek şuurlandırma çabalarına başlar. Niyeti elini iyice güçlendirdikten sonra kıyama start vermektir. lakin onun faaliyetlerinin istihbaratını alan yönetim kıyam hareketi daha büyüyüp gürbüzleşmeden karşı atağa geçer. Şeyh Said Efendi, Piran'da kardeşinin evindeyken 5 mahkumu almaya gelen küçük bir askeri birlik provakasyonda bulunarak kıyamın erken başlamasını sağlar. Bazı gelişmeler kendi iradesi dışında gelişince Şeyh Efendi de planladığı tarihin çok öncesinde "Bismillah" der ve Allah'ın takdiri gidişat bilindiği şekilde vuku bulur. Bu hareket rejimin propagandalarıyla içte destek bulmaması için Kürt Devleti kurma gayesi ile yaftalanırken dışarıya Şeriat devleti kurmak istiyorlar diye propaganda yapılmıştır. Neticede bugün bile canlı şahidlerin anlattığı ve saklanan tarih sayfalarında anlatılanlara göre kıyamdan sonra bölge halkı top yekun katliamlara uğratılmıştır.

Şeyh Said 1865 yılında Erzurum`un ilçesi Hınıs`a bağlı Kolhisar Köyü`nde dünyaya geldi. Babasının adı Şeyh Mahmut Fevzi`dir. Şeyh Said`in ailesi köklü ve büyük ailelerdendir. Ailesi daha Osmanlı Padişahı 4. Murat döneminde, düşman saldırılarıyla karşılaşır ve Sultan 1639`da Şeyh Said`in dedesi Seyyid Haşim`i katleder.

Babasının ölümünden sonra bu büyük ailenin bütün sorumluluğu Şeyh Said`in üzerine kalır. Şeyh Said`in ailesi çok zengindi. Sürüleri vardı ve bu sürülerini Erzurum`dan ta Halep`e, Musul`a, Şam`a kadar götürüyordu. Şeyh Said bu arada hem ticaret yapıyor hem de gittiği yerlerde insanlarla ilişki geliştiriyordu. Bundan dolayı onu tanıyanlar ve sevenler çoktu. Kürdistan`da bir çok insan onun etkisinde kalıyordu. Birinci Dünya Savaşı sırasında bir çok Kürt yerinden yurdundan göç ettirilir. Bu dönemlerde Osmanlı, onu ve ailesini de sürmek isterler ama dönemin kaymakamını Şeyh Said tehdit eder ve ondan çekindikleri için Ona ve ailesine karışamazlar.

Şeyh Said ilim öğrenmek için medreseye başlar. Muş, Malazgirt, Hınıs ve Palu`da eğitimini tamamlar. Şeyh Said bilinçli ve akıllı bir insandı. Köy köy gezip İslami mücadele bilincini insanlara vermeye çalışır. Osmanlı`nın yıkılıp Cumhuriyetin kurulmasıyla beraber Cumhuriyetin kurucuları İslam karşıtlığına dayalı politikalarını gün yüzüne çıkarırlar. Bu da Şeyh Said`in çabalarını artırır. O, bu durumda artık yerinde duramazdı. Gün çalışma günüydü.

Şeyh Said hazırlığını yapar ve evden çıkacağı zaman hanımı ona şöyle der:

“Sen bizi kime bırakıp gidiyorsun” Bu soru karşısında Şeyh Said tarihi cevabını şöyle verir:

- Eğer ben ve bu bastonum yalnız da kalsak ben yine bunlara karşı çıkacağım. Ne ben Hz. Hüseyin`den daha değerliyim ne de benim ailem onun ailesinden daha kıymetlidir. Eğer ben bunlara karşı çıkmazsam zebaniler sarığımdan tutup beni cehenneme atarlar, siz o zaman bana yardım edebilecek misiniz? Onlar bana demezler mi; “Ey Said Allah o kadar mal mülk verdi sana. Sen Allah için ne yaptın? Bunlar Allah`ın emirlerini ayaklar altına almışlar. Evet ben cihada başladım ve korkanlar, cihat edemeyecekler, hastalar gelmesinler. Bu yol korkakların yolu değildir!

Kardeşi Bahaddin ise O`na şöyle der: “Abi sen biliyorsun Kürt halkı bilgi yönünden pek gelişkin değil. Sen başaramazsın.”

Şeyh Said`in cevabı takdire şayandır.

- Bahaddin, Bahaddin! Hiç merak etme ben Amed`de asılacağım, sen de Kur`an`ın üzerinde şehit düşeceksin.

Bu arada Türk Hükümeti yetkilileri Şeyh Sait`e haber gönderip ifadesini almak istediklerini bildirdiler. Şeyh Sait ifade vermeye gitmeyip 27 Aralık günü Hınıs`tan ayrılıp Çapakçur`a doğru yola çıktı. 4 Ocak 1925 günü Şeyh Sait ve çok sayıda ileri gelenler Kırkan köyünde bir toplantı yaptılar. Bu toplantıda alınan birinci karar şuydu: Şeyh Said; Amed, Ergani, Lice, Farqin, Darahini, ve Hani`nin ileri gelenleriyle görüşecek. Ardından Çapakçur'a gelecekler ve orda kıyama başlanılacak.

Şeyh Sait 12 Ocak`ta Çapakçur`da, 15 Ocak`ta Daraheni`de, 21 Ocak`ta Lice`de ve 25 Ocak`ta Hani`de idi. Şeyh Sait buralarda halk ile ve bazı Kürt önderleri ile toplantılar yaptı. Şeyh Sait Piran`da kardeşi Abdurrahim`in evinde iken, Türk askerleri evi basıp, Şeyh Abdurrahim`e sığınmış bazı mahkumları almak istediler. Şeyh Abdurrahim, kendisine sığınmış bu insanları, Şeyh Sait orada iken vermeyi reddettiğinden, askerler bu kişilere saldırdılar. Bunun neticesi olarak askerlerle aralarında çatışma çıktı. Böyle bir provokasyon sonucu, hareket beklenmedik bir şekilde, planlanmış zamandan önce,1925′de başladı.

Hasanan aşireti reisi Albay Halit Bey derhal Muş`u kuşattı. Cibran Aşireti`nden Hasan Bey, çarpışmalardan sonra Hınıs`ı, Şeyh Abdullah ise Varto`yu zaptettiler. Birkaç küçük çarpışmadan sonra Ergani ve Maden de zaptedildi. Şeyh Sait, 7000 kıyamcı ile birlikte Kığı, Eğil üstüne yürüdü. Hani, Lice ve Piran`ı zaptederek 14 Şubat günü Darahêni`yi tamamen ele geçirdi. Darahini, geçiçi başkent ilan edildi. Toplanan vergiler ve tutsak alınanlar Darahini`ye gönderilmeye başlandı. Çapakçur da ele geçirildikten sonra, bütün Harput ele geçirildi. Kısa bir süre sonra da çevre aşiretlerden yardımcı kuvvetler alınarak derhal Amed üstüne yüründü.

Hükümet endişeye kapılarak derhal Sarıkamış`taki 9., Erzurum`daki 8., Amed`deki 7. tümenleri ve Mardin´deki 1., Urfa`daki 14.Süvari alaylarını, Van`daki 1. Süvari tümenini ve hudut birliklerini harekete geçirdiler.

Silvan, Beşiri bölgeleri Türk Hükümetinden alındı ve sonra kuzeye, Palu istikametine yönelinerek Malazgirt, Piran, Bulanık ele geçirildi. Daha sonra kıyamcılar, Malatya vilayeti istikametinde ilerleyip, Pötürge`yi de alarak Çemişgezek`e girdiler. Öte yandan da Siverek istikametinde ilerlediler.

Kıyam güçleri hemen ardından, Amed`e doğru ilerleyerek, hem kuzeyden hem de güneyden taarruza geçtiler. Her iki taaruz da başarılı oldu ve Mardin kapısının yeraltı geçidinden şehre girildi. Sürpriz ile karşılaşan Türk Hükümet birlikleri kaçarak İç kaleye sığındılar. Kürtler orada bulunan silah ve cephane depolarını zaptederek, silahların bir kısmını orada çarpışanlara, diğerlerini ise dışarıya yolladılar.

Hükümet askerleri Amed`in etrafında başarı elde edememişti, her taraf kıyamcılar tarafından kapatılmıştı ama bu durum çok zaman kaybettirmişti. Fransızlar, Türk Hükümeti askerlerine güneyden girebilmeleri için yol açmışlardı. Bundan dolayı yollar Mücahitlere kapatılmıştı. Bazı aşiretler hükümet askerlerinin yanına gittiler. Şeyh Said çaresizce geri çekildi. Hükümet onların her anından haberdardı. Şeyh Said ve arkadaşları İran`a çekilmeye karar verdiler.

Şeyh Sait`in kuvvetleri Genç`in kuzeyinde zor durumdaydılar. İran`a çekilmek için şiddetli çarpışmalar yaşayarak, Türk Hükümetinin birliklerinin cephesini yarıp Varto yakınlarına varabildiler. Bu olaydan sonra çeşitli kollar halinde ve çeşitli istikametlerden çok sayıda Türk Hükümeti kuvvetleri ilerleyip Şeyh Sait`i tekrar muhasara altına aldılar. Birçok kanlı çarpışmalardan sonra Şeyh Sait yeni bir taarruz yaparak Türk kuvvetlerinden kurtulmak istediyse de başarılı olamadı. 15 Nisan`da Şeyh Sait Bacanağı Binbaşı Kasım`ın ihbarı üzerine, Muş ve Varto arasındaki Abdurrahman Köprüsünde, büyük bir kısmı yaralı olan diğer liderlerle birlikte Türk Hükümetinin eline esir düştü ve hep beraber Amed`e gönderildiler.

Bu arada Cibranlı Halit Bey ve Yusuf Ziya asılmışlardı. Bu durum savaşçıların moralini bozmuştu.

Daha sonra anlaşıldı ki devlete ajanlık yapan kişi tam da yanlarındaydı. Bu kişi Şeyh Said`in bacanağı Kasımdı.

Şeyh Said`i arkadaşlarıyla beraber 5 Mayıs günü Amed`e getirirler. Yargılandıkları zaman karar zaten belliydi. 28 Haziran`da Şeyh Said ile beraber 46 arkadaşı idam edildi.
Asılacağı sırada bir kağıdın üzerine Arapça şöyle yazıyor: “ Değersiz dallarda beni asmanıza pervam yoktur. Muhakkak ki ölümüm Allah ve İslâm içindir.”

İlmik boynuna geçirildikten sonra, Kürtçe söylediği son söz ise; “Şu anda fani hayata veda etmek üzereyim. Halkım için feda olduğuma pişman değilim. Yeter ki torunlarım düşmanlarıma karşı beni mahcup etmesinler.”

Onların şehadeti yıllardır mazlumların maruz kaldığı zulmün katmerleşerek artmasına sebep oldu.

Bu kıyamın sonucunda 14 şehir, 700 köy, 9000`e yakın ev harabeye çevrildi. 50.000 kişi göç ettiriliyor, yaklaşık 7.500 kişi zindanlara atılıyor 660 kişi idam ediliyor. 80.000 insan öldürülüyor.

T.C kuvvetlerinin sayısı yaklaşık 200.000`di. Şeyh Said`in ordusu ise yaklaşık 20.000 idi. Bu zulüm 1927`ye kadar devam ediyor. Bir çok yerde insanlar ahırlarda toplu bir şekilde yakılıyorlar. Zalimler için çocuk, ihtiyar, kadın veya hayvan hiç fark etmiyor ve öldürülüyor.. Bugün bile kıyamdan sonraki katliamların canlı şahidleri bulunmakta olup o zulmleri gözyaşlarıyla anlatmaktadır. Özellikle bugün adı Bingöl olan Çapakçur Bölgesinde insanları evlerde ahırlarda toplayıp diri diri ateşe verdikleri, bebeklere kadar süngüden geçirdikleri, kıyamdan sonra bir daha böyle bir şeye teşebbüs olmasın diye toplu infazlar olduğu bilinmekedir. Bu cinayetleri inkar edenler, bu canlı şahidleri dinlemeye ve resmi tarihin anlattığının aksine olayları bir de bölge halkının ağzından duymaya davet edilmektedir.

1995: Srebrenica katliamında on bine yakın Bosnalı Müslüman Sırplarca katledildi.

Doğu Blokunun çökmesiyle Yugoslavya'da da siyasi hareketlilik arttı. Yönetim ve haritalarda değişiklikler meydana geldi. Bu meyanda Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti'nin ortadan kalkmasıyla aynı topraklar üzerinde; Bosna Hersek, Hırvatistan, Slovenya, Sırbistan, Kosova, Makedonya, Karadağ adında yedi devlet egemenliklerini ilan etti. Bu yeni devletler eskiden Yugoslavya çatısı altındayken kendi parlamentolarını kurup seçimlere gittiler. Sırbistan ve Karadağ dışındaki cumhuriyetlerde bağımsızlık yanlısı muhalif kesimler seçimleri kazanırken, bu iki cumhuriyette eski komünistler iktidarlarını sürdürdüler. Eskiden beri farklı etnik eyaletlerden oluşan Yugoslavya'yı bölp parçalamak isteyen Batı için bu kaçırılmaz bir fırsattı. Lakin ortada bir sorun vardı. Bosna Hersek, Kosova ve Makedonya'da azımsanmayacak sayıda müslüman unsurlar vardı. Bu müslümanlar İslama aç ve iştahlıydılar. Avrupanın içinde bir Müslüman ülke tahammül edilir gibi değildi.

Yugoslavya parçalandıktan sonra Sırplar Yugoslavya ordusuna hazır lokma kondular. Ve kocaman Yugoslav ordusu Sıro ordusu olup çıktı. Ardından sırplar ve Hırvatlar başta olmak üzere gelen inkar politikası etnik ayrımcılığa ve yavaş yavaş etnik kıyıma dönüştü. Öldürülenlerin müslüman olması Batı'nın işine geliyordu. Aslında Komünist temayülleri yüksek Sırplar Batı'nın da gözünü korkutuyordu ama Müslümanlara karşı giriştikleri soykırım hatırına biraz bekleyebilirlerdi. Öyle de olacaktı.. Sırplar ve Hırvatlar Avrupa'nın ortasındaki müslümanları tehlikeli unsur olmaktan çıkarıncaya kadar bekleyip ondan sonra müdahale ettiler. Sırplara yapılan uluslararası müdahalenin bir diğer sebebi de Cihad ruhunun bu katliamlar neticesinde Avrupa'da yükselişi olmuştu. Batı müdahale etmedikçe dünya müslümanları o bölgedeki müslümanlara mücahid, para ve silah da dahil her türlü yardımı artırınca bunu engellemek için Batı harekete geçti. Batı kendi menfaatleri gerektiği zaman yaptığı müdahaleyi aynı ikiyüzlülük içinde insanlık namına bir müdahale olduğu propagandasına çevirerek bir taş iki kuş kılıvermişti. Oysa Batı'nın Sırplara ve iç savaşa müdahalesi katledilen müslümanları kurtarmak için değil artık kendi menfaatleri öyle gerektirdiğindendi.

Srebrenitsa Katliamı ya da Srebrenitsa Soykırımı da Avrupanın göbeğinde mimsiz medeniyetin gözleri önünde gerçekleştirilen katliamlardan sadece biridir.
Srebrenitsa Katliamı ya da Srebrenitsa Soykırımı, 1991-1995 Yugoslavya İç Savaşı (Hırvatistan Savaşı ve Bosna Savaşı)'nda Srpska Cumhuriyeti Ordusu'nun Srebrenitsa'ya karşı giriştiği Krivaya '95 Harekâtı esnasında Temmuz 1995'te yaşanan ve en az 8,372 Boşnak'ın Bosna-Hersek'in Srebrenitsa kentinde general Ratko Mladiç komutasindaki ağır silahlarla donatılmış Bosna Sırp ordusu tarafından öldürülmesine verilen addır. Katliamda bir kısım kadın ve küçük yaşta çocuğun da öldürüldüğü, belgelerle kanıtlanmıştır. Bosna Sırp ordusunun dışında katliama "Akrepler" olarak tanınan Sırbistan özel güvenlik güçleri de katılmıştır. Birleşmiş Milletler Srebrenitsa'yı güvenli bölge ilan etmiş olmasına karşın 400 silahlı Hollanda barışgücü askerinin varlığı katliamı önlememiştir.

Srebrenitsa katliamı II. Dünya Savaşı'ndan bu yana Avrupa'da gerçekleşmiş en büyük toplu insan kıyımı olması ve Avrupa'daki hukuksal olarak ilk kez belgelenmiş soykırım olması açısından da önem taşır.

Sözde Birleşmiş Milletler'in güvenli bölge ilan edilen 6 bölge arasında Srebrenitsa'da bulunmaktaydı. Savaştan önce nüfüsu 24 bin civarı olan kentin nüfusu diğer bölgelerden gelen mülteci göçleriyle 60 bin civarına gelmişti. Artık Srebrenitsa 'açlık' ve 'hastalıklar' ile mücadele eden bir 'toplama kampı'na dönüşmüştü.Müslümanların elindeki silahlar BM Barış Gücü tarafından koruma gerekçesiyle toplanmıştı. batı her zamanki gibi küresel kurumlar aracılığıyla köpeklerini salmış taşları bağlamıştı. Bu durum yani güvenlik gerekçesiyle müslümanların silahlarının toplanması politikası tüm iç savaş boyunca uygulanmıştı. Oysa ki, müslümanların elinden av tüfekleri dahil alınırken Sırpların Yugoslav ordusundan kalma uçakları bile vardı. Zaten Bm ilk etapta Yugoslavya'daki iç savaşa işte bu yüzden yani müslümanların elinden silahlarını toplamak için müdahale etmişti. "Hey Millet ben geldim! Ben barış gücüyüm, ayıptır artık savaşmayın" demiş, müslümanalrın elinden silahların almıştı.. her zamanki gibi.. Bununla beraber BM, sözde müdahalesiyle diğer etnik unsurlara hareket genişliği verirken, gerek Bosnalı gerekse dışardan giden mücahidlerin hareket imkanlarını alabildiğine daraltıyordu.

Biz katliama dönersek;
Ratko Mladiç komutasındaki Sırplar Srebrenitsa'ya olan saldırılarını sıklaştırdıklarında müslümanların toplanan silahlarını geri almak için yaptıkları başvuru , sorumlu Hollanda komutanı Thom Karremans tarafından reddedildi. BM yalnızca iki F16'yı kent üzerinde bir uçuş yaptırmakla yetindi. Hollandalı askerler bir gece yarısı Bosna'daki BM Barış Gücü komutanı Fransız generalden aldıkları emir doğrultusunda kenti boşalttılar. Savaş sırasında şehrin güvenliğinden sorumlu olan Hollandalı Komutan Thom Karremans kendisine sığınan 25 bin mülteciyi ve şehri Sırplara teslim etti. Daha sonra orataya çıkan bir video kasedinde Sırp generalin kenti boşaltan Hollandalı komutana bir hediye verirken görüntüleri çekilecekti.Bir hafta süren katliam II. Dünya Savaşı'ından sonra insanlığa yapılan en büyük suç olarak arşivlerde yer aldı. Lahey Adalet Divanı bir hafta süren katliamın bir 'soykırım' olarak kabul etti; ancak Sırbistan'ın sorumlu tutulmayacağına karar verdi.

1992 Bosna Savaşı'ndan sonra Sırbistan, Bosna-Hersek'in stratejik alanı haline geldi. Özellikle ülkenin doğu tarafı Avrupa Birliği tarafından Yasak Bölge ilan edildi. Bu bölge içinde Sırbistan'ın o zamanki başkenti Srebrenitsa da vardı. Bu da Bosna Hersek Silahlı Kuvvetleri için bir fırsat olarak değerlendirildi. Ayrıca Bosna Hersek'in bütün maddi varlığı olan en büyük maden ocakları da ülkenin tek geçim kaynağıydı. Bu da Sırplar için bir araç olarak değerlendirildi. Müslüman nüfusun çoğunlukta olduğu ve Sırp zulmüne karşı yetersiz imkânlarla karşı koymaya çalışan Srebrenitsa'nın Tanjarz Kırsalı'nda tam 10000 kişiyi esir alan askeri grup Mladiç'in emriyle esirleri öldürmeye başladı. Sırp vahşetinin Avrupa'dan yüz bularak doruğa çıktı ve tam 5 gün süren katliamda 8300 kişi öldürüldü. Kalan 2700 kişi serbest bırakıldı. Öldürülen bu 8300 kişinin cesetleri parçalanıp iskeletleri çıkarttırıldı ve bu cesetler krematoryumda yakıldıktan sonra Lahey Mezarlığı'na gömüldüler. Katliamdan yaklaşık 13 yıl sonra Bosnalı Sırp komutan Ratko Mladiç kaçak olarak yaşadığı Sırbistan'ın Sermiyan köyünde Radovan Karadzic ile beraber yakalanarak tutuklanmış ve Lahey Uluslararası Ağır Ceza Mahkemesi'nde 1 hafta yargılandıktan sonra haklarında tutuklama kararı çıkmıştır, ayrıca Mladiç'in cezası müebbet hapis olarak belirlenmiştir. Ancak Ratko Mladiç'in cezası infaz edilememektedir; çünkü kendisi Sırbistan, Rusya gibi ülkelerin korumasında bir yaşam sürmektedir.

Ratko Mladiç silahlarından arındırılmış kente hiç zorlanmadan girdi. Sonra da Sırp askerler Müslüman Boşnakları yolarda, dağlarda öldürdüler. Sırp askerler cesetlerin kimlikleri tespit edilmesin diye cesetleri parçalayarak sayıları 64'ü bulan toplu mezarlara gömdüler.

Soykırımdan Sorumlu İsimler
Momcilo Krajisnik Bir savaş suçlusu ve eski Bosnalı Sırp politikacı 20 Ocak 1945 Saraybosna doğdu.1990 ve 1992 yılları arasında Bosna-Hersek Millet Meclisinde milletvekili olarak bulundu. 1992-1995 yılları arasında Bosna genelinde başta Srebrenitsa olmak üzere işlenen cinayet, toplu katliam ve tecavüzler sonucu işlenen Soykırım suçunun baş sorumlularından biri olarak arandığı ilan edildi. 3 Nisan 2000 tarihinde SFOR'un Fransız komandası tarafından tutuklandı ve Lahey'de eski Yugoslavya için oluşturulan (ICTY) Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne teslim edildi. 27 Eylül 2006 tarihinde BM Lahey Savaş suçluları Mahkemesi tarafından 27 yıl hapis cezasına çarptırıldı. 17 Mart 2009 cezasını 20 yıla düşürüldü. Momcilo Krajinsnik, mahkemede Miloseviç ve Kardziç'ten sonra yargılanan en üst düzey siyasi yetkililerden birisiydi.

Bilyana Plavsiç 7 Temmuz 1930'da Bosna-Hersek'in Tuzla Şehrinde doğdu. Politikaya üniversite yıllarında başladı. Çok hırslı bir kadın olarak hedefini şöyle açıklamıştı; "En yüksek rütbeli Sırp siyasetçisi olmak benim hedefimdir. En büyük arzum "Büyük Sırbistanı" görmektir. Sırp Demokrat Partisi SDS'nin ilk kadın üyesi oldu. Bağımsızlık ilanından sonra ilan edilen Bosna-Hersek Sırp Cumhuriyetinin öncü kurucuları arasında yer aldı. Bosna-Sırp Cumhuriyetinde iki yıl cumhurbaşkanlığı yaptı. 1992-1995 yılları arasında Radovan Karadziç ve Momcilo Krajisnik ile birlikte "Müslüman ve Hırvatlardan Arındırılmış Bosna" projesinin çerçevesinde "etnik arındırma" uygulamalarını katılmak, insanlığa karşı suç sayılan soykırıma dönüşen imha, cinayet, siyasi, dini ve ırksal nedenlerle zülum, sürgün, alternatif olarak insanlık dışı eylemlere katıldığı gerekçesiyle Lahey'deki BM Savaş Suçluları Mahkemesi ICTY'ye tarafından 10 Ocak 2001 tarihinde suçlu bulunduğu duyuruldu. Yaptıklarını halkı için yaptığına dair açıklamalarda bulunsa da anlattıkları ikna edici gelmediğinden ötürü 11 yıl hapis cezasına çarptırıldı. 26 Haziran 2003 tarihinde Kadınlar Hapishanesine nakledildi. Aralık 2008'de İsveç Adalet Bakanlığı, Plasiviç'in ilerleyen yaşını ve sağlık durumunu öne sürerek af talebinde bulundu. Fakat bu talep reddedildi. Daha sonara cezasının üçte ikisini tamamladığı için yaş ve sağlık durumu dikkate alarak 27 ekim 2009'da serbest bırakıldı.

Ratko Mladiç 12 Mart 1942'de Bosna Hersek Kalinovik kasabasında doğdu. Bosna Sırp Cumhuriyetinin 1992 yılında Ordusu VRS'nin kurucularından oldu. Orduya katılan sivil kişilere eğitim verdi. 12 Mayıs 1992'de Bosna Sırp Cumhuriyeti tarafından Ordunun başkomutanı olarak atandı. BU görevde 1996 yılına kadar kaldı. 6 Nisan 199^'de başlayan savaşta binlerce insanın öldürülmesinde, yüzlerce kadına tecavüz edilmesinde, yerleşim yerlerinin işgal edilmesinde, dini mekanların yokedilmesinde etkili bir rol oynamıştır. Tüm bunların sorumlusu olan Mladiç 22 Aralık 1996 tarihinden beri aranmaktaydı. Sırbistan'da olduğuna dair ciddi belgeler olmasına rağmen Hükümet tarafından bu durum reddedilmiştir. Fakat 2009'da Mladiç'in bir düğünde çekilen fotoğraflarının basına yansıması ile hükümet zor duruma girmiştir. Bu durum akabinde Sırp Hükümeti, BM, Amerika ve AB üyesi ülkeler, Bosna Herkes devlet yetkilileri tarafından suçlamıştır. Mladiç 26 Mayıs 2011 günü Sırp istihbaratı tarafından yakalanmıştır.

Zdravko Tolimir 27 Kasım 1948'de Bosna Hersek Glamoc Kasabasında dünyaya geldi. Sırp Cumhuriyeti Genelkurmay Başkan Yardımcısı ve istihbarat ve güvenlik şefi olarak görev yaptı. Direnen Boşnak Ordusu Nasıl Teslim Alınır? başlıklı raporunda ; Savaşan Boşnakların yakınlarının bir araya getirilerek diğerlerinin gözlerinin önünde kimyasal silahlarla yok edilmesini, eğer teslim olma durumu gerçekleşmez ise tüm boşnakların aynı yöntemle öldürülmesi; teslim olma durumu olursa kendileri ile birlikte ailelerinin müslüman bölgelere güvenli bir şekilde nakledileceğine dair tekliflerde bulunmuştur. Bu teklifi dolayısıyla Sırplar arasında " Kimyasal Tolimir" olarak anılmıştır. 31 Mayıs 2007'den beri tutuklu bulunmaktadır. Bosna genelinde olduğu gibi Srebrenitsa insanlık faciasına öncülük etmek, kadın ve çocukların zorla göç ettirilip erkeklerin yok edilmesine katılmak sebeplerinden yargılanmıştır.

Bu haberler de ilginizi çekebilir