• DOLAR 32.367
  • EURO 35.048
  • ALTIN 2326.05
  • ...
Özgürel: Ajan Olsaydım Söylerdim - 1
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

“Neden devletin İslamcısı olmadım?”

Ali Bulaç, 6 Temmuz 2015`te bu başlık altında kaleme aldığı yazıda 1970`li yıllarda kendisine ajanlık teklif edildiğini yazdı. İslamcı hareketten başka kişilere de bu teklifin gittiğini ve olumlu yanıt verenlerin olduğunu söyleyen Bulaç`ın yazısıyla bir kez daha ateşlenen “ajanlık” tartışması, diğer mahallelere de sıçrayarak devam etti.

HDP`nin İslamcı milletvekillerinden Altan Tan Kürt siyasetinin içinde de ajanlar olduğunu söylerken, Ankara gazeteciliği yıllarının ardından Hürriyet Daily News Genel Yayın Yönetmenliği'ni üstlenen Murat Yetkin “Derin devletin soldaki ajanlarını merak eden yok mu?” diye sordu. Yetkin`den hareketle yazan Perihan Mağden`in “Sahiden yok mu aramızdaki ajanları merak eden” dediği T24'teki yazısı tartışmanın son demlerine rast geldi ve bir sonraki ateşlemeye kadar konu yine rafa kaldırıldı.

Rafa kaldırma hızı, gündeme gelen kimi meseleleri hak ettiği ayrıntılarla tartışmadan tüketme alışkanlığına bağlanabilir. Ancak ajanlık,  derinleşmesi zor bir konu. Zira, genel çıkarımlar, mırıldanmalar ve niyet bildirimlerini aşmak ancak herkesin erişimine açık olmayan bilgilere vakıf olunca mümkün.  

Konu ajanlık olunca, gazetecilik de beşinci kol faaliyeti olarak yürürlüğe giriyor. Gazetecilik, ajan veya bir şekilde kullanılan/yararlanılan "gazeteciler"le de itibarsızlığa yakalanıyor. Gazeteciliğin karanlık yollarında bu derin parmak izleri bulunan bu grup, manipülasyon/dezenformasyonun semalarında neden, nasıl, ne karşılığında dolaşıyor? Cevap, sadece, hak etmediği şeyleri de elde etme iştahıyla sınırlı olabilir mi?

Ajanlığın medya dünyasında nasıl işlendiğini öğrenmek için, çok sayıdaki söyleşisinde bu bilgiye vakıf olduğunu ima eden ve Murat Yetkin`in “Derin devletin sol unsurları da, sağ unsurları da var, yani o sağcı, ben solcuyum, o Kürtçü diye bir ayrım yok” sözlerinden alıntı yaparak işaret ettiği gazeteci Avni Özgürel`in kapısını çaldık.

İstihbarat birimleri gazetecilerle nasıl ilişki kuruyor? Hangi gazetecilerle iletişime geçeceklerini nasıl tespit ediyorlar? MİT, emniyet ve askerin istihbarat birimlerinin gazetecilerle temasındaki yöntemler ve farklılıklar ne? Devşirilen gazetecilerden neler talep ediliyor?

“Devlete bağlılığın ajanlığı gerektirmeyecek kadar gazeteciliğin önünde olduğu” yorumunu da içeren “ajan gazeteci” tartışmasına dair bu soruların yanıtlarını aradığımız Avni Özgürel, milliyetçi/ülkücü hareketten gelen bir isim. Abdullah Öcalan`ı, 1960`larda, kendisinin de gittiğini ve Milli İstihbarat Teşkilatı`na (MİT) ait olduğunu söylediği Fikir Ajansı`nda gördüğünü açıklayan Özgürel, mesleğe Ulus gazetesinde çalışmaya başladı. Milliyet, Akşam, Yeni İstanbul, Ayrıntılı Haber ve Sabah`ın yanı sıra Alparslan Türkeş`in isteğiyle çıkardığı Yeni Sözcü ve Turgut Özal`ın oğlu Ahmet Özal`ın sahip olduğu Turkuaz dergisinin de aralarında bulunduğu pek çok yayında çalışan Özgürel`in gazetecilik mazisinde en çok yer edinen gazetelerin başında Radikal yer aldı.

Yayımlanmış kitapları arasında Osmanlı'dan Cumhuriyet'e İktidar Oyunu (Etkileşim, 2009), Ayrılıkçı Hareketler (Altın, 2006), Cumhuriyet ve Din (Ufuk, 2003) ve İşaret Taşları da (Timaş, 2001) bulunan Özgürel, ayrıca, pek çok belgesel filmin yanı sıra Zincirbozan (2007) ve Büyük Oyun (2010) adlı sinema filmlerinin senaryo yazarlığını yaptı. 7 Şubat 2012, MİT krizini konu alan “Darbe” filmi yakında vizyona girecek olan Avni Özgürel,birleşikbasın.com haber sitesinin de sahibi.  

Akil İnsanlar Heyeti üyesi de olan Özgürel, “ajan gazeteci” iddialarında adı anılan bir isim. Hatırlattığımızda Özgürel iddiayı yalanlıyor. Ve “Ajan olsaydınız söyleyebilir miydiniz?” sorusuna şu yanıtı veriyor:

“Tabii canım. Ama o zaman bu mesleği yapmazdım."

Gazetecilerin istihbarat birimleriyle ilişkisi olabileceğini söyleyen Özgürel`e göre, sorunlu olan “örtülü ilişki.” “Bu mesleği ilerde hatırat yazmak için yapmıyorum” dese de bildiğini ileri sürüp içeriğini paylaşmadığı pek çok bilgi arasında “ajan gazeteciler”in de isimleri olan Özgürel, Cumhuriyet gazetesinin 29 Mayıs 2015`te “İşte Erdoğan`ın yok dediği silahlar” başlığıyla duyurduğu MİT TIR`ları haberinin yayından önce kendisine de geldiğini şöyle açıklıyor:

“Cumhuriyet`in son TIR yayını; bu yayının içeriği tek bir DVD`dir. Bu DVD hepimize geldi. Bana da geldi, Hürriyet`e, Milliyet`e, Taraf`a, başka gazetelere, gazetecilere de gitti. Bir tek Cumhuriyet yayımladı.”

DVD`nin emniyet istihbaratında yapılanmış bir çekirdekten sızdırıldığını savunan Avni Özgürel`in T24`ün sorularına verdiği yanıtlar şöyle:

‘Patlamalarda bizim devletin parmağı yok`

- Sınırda hareketliliğe giden yolda yaşanan Diyarbakır, Suruç gibi patlamaları için sarf edilen “Devletin parmağı var” görüşüne siz ne dersiniz?

Sözünü ettiğiniz olaylarda parmağı olanlar eskisi gibi saklanmıyor. ‘Biz yaptık` diyorlar. Ya açıklama yaparak ya reddetmeyerek. Türkiye`de derin devlet yapılanması öylesine darbe yedi, ağır toplarını öylesine kaybetti ki toparlanmak için ümidini PKK`ya, DHKP-C`ye, IŞİD`e v.s. bağlamış durumda.  Türkiye`yi bu noktaya getiren sürecin arka planına bakmak lazım. 3 yıl kadar önce ABD, “Biz bu IŞİD`i devirelim” dedi. Hatta Dışişleri Bakanı DavutoğluClinton`la “Üç ayda Esad`ı devireceğiz” dediler. Suriye gibi daktilo kullanmak için polisten izin alınması gereken bir yerde bir devlet başkanı üç ayda nasıl götürülür? Orada iktidara karşı mücadele edecek unsurlar dışarıdan gelecek unsurlardır. ABD “Buraya adam yığın” dedi ancak bir süre sonra “Esad`ın yıkılması kararı doğru mu” düşüncesiyle “Durun” dedi. Bölge itibariyle uzayan fren mesafesi sürecinde Türkiye hem kendi iç kamuoyunda, hem dışarda IŞİD`le işbirliği ve TIR`la silah göndermekle suçlandı. 17-25 Aralık, Cumhurbaşkanlığı seçimi,Selahattin Demirtaş`ın beklenmedik popülaritesiyle geçti. Ve bu Türkiye siyasetini alt üst etti. Başka olaylar da var ama ben bu tür olaylarda bizim devletin parmağı olduğuna inanmıyorum. Türkiye samimiyetle çözüm sürecine inandı. Gündelik siyaset gerektirdiği için Erdoğan “Kürt sorunu yoktur” diyor ama nihayetinde “Baldıran zehri içtim” diyen o değil miydi? Türkiye çözüm sürecini içselleştirdi. Geri dönemeyecek kadar ileri çıktık.

- “Türkiye`nin bu tür olaylarda parmağı yok” diyerek 17-25 Aralık sürecinde çıkan tapeler arasında yer alan Hakan Fidan`ın “Suriye`ye 4 adam yollarım, Türkiye`ye 8 füze attırırım” sözlerini yok mu sayıyorsunuz?  

Hakan Fidan, “Biz gidelim oraya da şunu yapalım” demiyor, “İş kavga, hır çıkarmaksa bahane üretmek kolay” demek istiyor. Türkiye o kumpasların içine girmedi. Zaten Türkiye IŞİD`le koyun koyuna bir süreç yaşamış olsa bugün önüne birtakım tape ve tutanaklar dökülürdü. Ancak çok ciddi suçlamalara maruz kaldı Türkiye. Burada dayanak olabilecek tek şey var; Türkiye “IŞİD tehdidi yeter ki iç tehdit haline gelmesin” dedi. DHKP-C, PKK`yla zaten kavga ediyorsun, bir de IŞİD`le kavga Türkiye`nin arzu etmediği bir şeydi. Gözden kaçan bir şey de var; PKK ile IŞİD, Türkiye`de hesaplaşmaya başladı.
 
- İhya-Der cinayeti mi kastınız?

O da var; Adana da, İstanbul da...

‘Bugün emniyet içerisinden KCK benzeri kışkırtmalar yapılıyor`

- Sizin gibi derin devletle ilgilenen bir ismin, detaylara hakim olmadan “Türkiye`nin hiçbir dahli yoktur” demesi devleti topyekûn aklamıyor mu?

Hayır, ben devleti topyekûn aklamam. Bu olaylarda bir dahli yok ama bizim devletin geçmişte kurduğu çok karanlık ilişkiler var. Bunların bir kısmını ben yazdım, çizdim. Bugün KCK davası benzeri kışkırtmaların emniyet içerisinden yapıldığını düşünüyorum. Aynı şey MİT`in içinde de olabilir ama bu, kurumsal bir karar değil. Ankara`nın yorulduğunu düşünüyorum, o kadar.

“Erdoğan, Kuzey Irak`ın bağımsızlığı için ‘Irak`ın iç meselesi` dedi”

- Asker tarafından gündeme sokulan “psikolojik harekât” terimi varken, siz hangi gazetelere hangi filtrelerle bakıyorsunuz? Sabah`ın “PYD, IŞİD`den daha tehlikeli” manşetini okuduğunuzda sizin eleğinizden be geçiyor?

Ben öyle görmüyorum. Türkiye`nin Irak ve Suriye`nin kuzeyi de dahil bütün bölgede Kürtlerle müşterek bir gelecek planlaması gerektiğini düşünüyorum. Erdoğan`ın bağımsızlığı kabullenişine dair bir şey duymamışken Barzani`nin söylemi hatırlatıldığında geçenlerde “Irak`ın iç meselesi” dedi. Türkiye bazı şeyleri zamanla kabulleniyor. Gazetelerdeki haberlere de böyle bakarım. Haberciliğin günlük yaklaşımı, yani perakende yanı ilgimi çekmiyor.

- Kastımız, istihbarata kulak veren/verdirilen gazetecilerin “yarattığı” yönlendirici haberler.

İstihbaratla demeyelim. Devlet dediğimiz yapı kompartımanlar halindedir. Benim size aktardığım düşünceyi savunanlar da vardır, MİT`in istihbarattan sorumlu eski müsteşar yardımcısı Cevat Öneş gibi düşünen; “Kürtler azıttı” diye bakan da. Sizin hangi kompartımana odaklandığınıza bağlı olarak devletin bakışı da değişir. 

‘MİT TIR`ları DVD`si ben dahil hepimize geldi`

- 17-25 Aralık sürecinde sızan bir tapede Bilal Erdoğan, Tayyip Erdoğan`a Sabah ve Takvim`in manşetlerini söyledikten sonra “MİT`ten malzeme bekliyorlar” diyor. Sizce burada gazetecilik açısından ciddi bir problem yok mu?

Bizde devlet her zaman için kendi sözüne kulak veren basını önemsemiştir. Örneğin, Cumhuriyet`in son TIR yayını; bu yayının içeriği tek bir DVD`dir. Bu DVD hepimize geldi.

- Size geldi mi?

Bana da geldi, başka gazetelere, gazetecilere de gitti.

- Hangilerine?

Hürriyet`e, Milliyet`e, gitmediği gazete yok. Bir tek Cumhuriyet yayımladı.

‘MİT TIR`ları haberi emniyet istihbarattaki bir çekirdekten`

- Siz neden yayımlamadınız?

O kadar ki, haber formatında hazırlanmıştı metinler! Ben bunu kendime yedirmem. Nasıl cümleler kullanacağıma bile müdahale etmiş adam!

- Size kim, nasıl ulaştırdı bu DVD`yi?

Öteden beri birtakım tapeler gelir. Bunların kaynağını söylemeyeyim ama emniyet içindeki istihbaratta yapılanmış bir çekirdek var. Bu çekirdek bu servisi yaptı. Ben buna itibar etmem.

- DVD`nin gönderileceği gazetecileri istihbarat birimleri nasıl tespit ediyor?
Önemsenen gazetecileri bilirsiniz. Bunun gibi. İkna etmeyi arzu ettikleri ve iletecekleri haberi yayımlayabilecek, efendim internet sitesi olan, köşesi olan, televizyona çıkan biri hedeftir. “Bu insanı enforme etmeliyiz” denir.

‘AKP hükümetine muhalefet eden bir yazar değilim`

- Bu nitelikleri taşıyan pek çok gazeteci var, birimlerin bir gazeteciyi önemsemesine neden olan diğer kriterler neler? Neden örneğin size geldi de, başka bir gazeteciye gitmedi?

Durduğunuz pozisyonla da alakalı. Ben mesela AKP hükümetine muhalefet eden bir yazar değilim. Yayımlayacağım için değil, ama bana da gönderiyorlar, beni bilgilendirme ihtiyacı duydukları için. AKP ile kavgalı, Erdoğan ile mücadele eden bir gazeteyseniz, örneğin Taraf`ın yayımlamamasına şaşırdım.

- DVD, Taraf`a da gitti mi?

Tabii canım, gitmeyen yok. Bilmiyorum, ama muhtemelen size bile gelmiştir. Yollayanların “mutlaka yayımlanması” yönünde arzuları olduklarını biliyorum. Benim zaten bir gazetem yok, yazmıyorum da. Ama istesem söyleyebilirdim.

‘MİT TIR`ları haberinden bahsetmedim, Balyoz belgelerini yayımlardım`
- T24`e gelmediğini ekleyerek devam edelim; konjonktür nedeniyle de mi DVD`nin varlığını söylemediniz, yazmadınız; örneğin Özden Örnek günlükleri size gelse yayımlar mıydınız, yoksa o zaman da “Oyuna gelmeyeyim” der miydiniz?

O yayını her zaman olumladım. Müthiş bir şeydi. Biliyorsanız o günlüklerin bir kısmı yayımlandı, bir kısmı için “Köye götürdüm, yaktım” dendi. Gerekçesini sorduğumda da “Özel hayata ilişkindi” dendi. Ben o olayların tamamına inanıyorum. İnandığım için de Ergenekon ve Balyoz davaları hakkında yazarken tereddüt etmedim. Orada o paralel yapının birtakım kasetler, DVD`ler, aralara bir şeyler sokuşturduğuna hiçbir itirazım yok, bunlar olmuştur. Ama Türkiye`de o grupların darbe hevesiyle harekete geçtiklerini düşünüyorum.

- Siz Taraf`ın başında olsanız Balyoz belgelerini yayımlar mıydınız?

Hiç şüphesiz.

‘Oyuncak mı göndereceğiz savaş bölgesine`

- MİT TIR`larında sizce farklı olan ne; yoksa Star yazarı Cem Küçük gibi “Türk devleti Esad`ı devirmek için atom bombası bile gönderse bir yazar bu planı ifşa edemez” diye mi düşünüyorsunuz?

O ne yazmış bilmiyorum, ama şunu söyleyeyim: Gerek Türkiye`de, gerek yurt dışında birçok operasyonu takip ettim. Pek çok devletin istihbarat örgütü operasyon yapar. Türkiye`nin de yapmasını yadırgamam. Yeter ki savaş kışkırtıcılığı olmasın. Benim Suriye Türkmenleri arasında tanıdıklarım var. Rejim Türkmenlerin üstüne gelmediği için ticaretle uğraşmışlardı. Bu nedenle bugün kendileri için mücadele verebilecek durumda değiller. Onlara silah gönderilmesini hiç yadırgamam. Oyuncak mı göndereceğiz savaş bölgesine.

- Nasıl ve kime gönderildiği önemli değil mi?

Ben soruşturduğumda Suriye`den Türkmen arkadaşlarım “Evet, biz Türkiye`den silah alıyoruz” dediler. Nusra`ya da gitmiş midir bilmiyorum ama bu önemli. Ayrıca ben şimdi bir telefon açsam böyle bir operasyon yapılır mı? Dünyanın hiçbir yerinde eşi benzeri olmayan bir şey Türkiye`de yapıldı.

- “Paralel yapı” iddialarından bağımsız soracağız; böyle bir silah sevkiyatına ilişkin belge gelse yayımlar mıydınız?

O yayınların esas mantığı silahın Türkmenlere değil, IŞİD`e gittiği üzerine.

- Türkmen gruplardan “Bize silah gelmedi” diyenler de oldu.

Hiç öyle bir grup yok.

‘Suriye`deki 8 Türkmen grubu da Ankara`dan silah desteği alıyor`

- Sizce buna ilişkin haberler uydurma mı?

Tamamen uydurma. Oradaki sekiz önemli Türkmen grubun liderini tanırım, irtibatım var. Birisinin de bana “Ankara`dan destek görmüyoruz” demesi lazım. Sekizi de yetersiz demekle birlikte “Destek alıyoruz” diyor. Yayınlarda IŞİD`e destek verildiği, bunun da Erdoğan`ın tercihlerinden kaynaklandığı algısı yaratıldı. Erdoğan dahil hiçbir siyasetçi böyle bir tercihte bulunamaz çünkü korkar. Bu silahları gönderenler mutlaka yazılı emirle gönderir. Geçmişte, bir başbakana “Öcalan`ı hedef alan bir operasyon yapacağız, operasyon emrini siz vermiş olun” denildi ve imza da atıldı.

- Tansu Çiller`den mi bahsediyorsunuz?

Operasyona katılanlar listesi yarın öbür gün madalya vereceğin adamlar. Listede kim var, bilmezsin ki. “Yeşil diye bir adam var, başımıza bela bu” dediğinde “İmzaladınız, görev verdiniz” diyorlar. İstihbarat örgütleri kendilerini korurlar, daima başbakanları böylesi tuzakların kenarına çekerler. Onun için siyasetçiler bu tür emirleri imzalamaz. İstihbarat örgütü de böyle bir inisiyatif kullanmaz. Ama öbürü, yani Türkmenleri desteklenmesi MGK kararıdır.
‘Ajan gazetecilik kepazelik; ben MİT`ten teyit isterim`
- İstihbaratın bu girişimde gazetecilerle iletişimine dair verdiğiniz his, daha gevşek bir temas. İstihbarat birimleri “Elemanım” diye baktığı bir gazeteciyle nasıl ilişki kuruyor?

İkisi birbirinden farklı.

- Kaç çeşit yöntem/ilişki var?

Türkiye`de istihbarat örgütü ile birlikte çalışan gazeteci vardır. Eğer iş ajanlık seviyesindeyse bu mesleki bakımdan tamamen kepazeliktir.

- Ajanlık eşittir para karşılığı düzenli eleman olmak mı demek?

İster paralı, ister parasız. Bazı gazeteciler hâlâ çocuksudur, ajan olmak hoşlarına gider. “Gizli görev” heyecanı... Onun dışında MİT`ten bilgi almak, analiz yapan her gazeteci için arzu edilecek bir şeydir. Önemli bir bilgiyi yazmak noktasına gelmişsem, MİT`ten teyidini isteyebilirim. MİT`in basın müşavirleri benim her zaman tanıdığım insanlar olmuştur. Birlikte çalıştığım biri, MİT`te basın müşaviri olarak çalışmaya başlayınca çok şaşırmıştım, sezmemiştim çünkü.

- Hayri Birler mi kast ettiğiniz?

Mesela o. Ben MİT`le ilgili, kimin MİT personelinin borsada para kaybettiği, mafyöz unsurlarla nasıl iç içe yaşadıkları gibi önemli bilgiler de yazdım. Bunlarda mesela MİT`ten teyidini alırım, teyit etmeseler de yalanlamayabilirler.

- MİT`in her teyidine güven, her suskunluğuna doğruluk atfetmek...

Benim kendi doğrularım var. Seçtiğim kişiyi de daha önceki ilişkilerimde tartmışımdır zaten. Yoksa ‘beni kullanıyor mu`yu hissetmemek mümkün mü? Siz de bu mesleği yapıyorsunuz, birisinin sizi aracı kılıp kılmadığını zaman içinde öğrenirsiniz. Kullanılmışsanız bile bir defa kullanılırsınız, sonra ilişkiyi koparırsınız.

‘MİT`le yıldızımız barışmadı`

- Sizin geçmişinizde “Kullanılmışım” dediğiniz bir vaka oldu mu?

MİT benim hakkımda 12 Eylül`de çok olumsuz raporlar düzenlediği ve onlarla hep çatışageldiğim için yıldızımız barışmadı. Şimdi, zaman zaman eleştirseler de doğru söylediğimi görüyorlar. Ben Akil İnsanlar Heyeti`yle Kılıçdaroğlu`na da gittim. Benim için önemli olan ülkenin çıkarlarıdır. Bunu sağlayan Kılıçdaroğlu ise bundan memnuniyet duyarım.

- Sizin için önemli olan gazetecilik değil, ülkenin çıkarları mı?

Akil İnsanlar Heyeti çerçevesi gazetecilik dışı bir iş. Bu teklifi kabul etmemin tek gerekçesi, barışın tesis edilmesine inancım.

- Ajanlık ve teyit için başvuru arasında gazeteciler ile MİT, emniyet veya asker arasında kurulan ilişki biçimleri neler? Örneğin “dost kuvvet” gibi bir kategori de var mı?

Milli Güvenlik Akademisi diye bir akademi vardır. Harp Akademileri`nin içindeki bu akademiden mezun gazeteciler de vardır. Oradan mezuniyet sizin bürokraside bir yerlere gelmenizi kolaylaştırır. Özellikle kamunun etkin olduğu mecralarda...

- Böyle bir CV, medya patronunun önüne geldiğinde ne olur?

Öyle bir medya patronuysa herhalde önemser.

- Nasıl bir medya patronuysa?

Ne bileyim, çok devletçiyse mesela.

- Bu güvenlik akademilerinden mezun ünlü gazeteciler var mı?

Var.

‘Genelkurmay`la temas olabilir, sorunlu olan örtülü ilişki`

- Bu da Avni Özgürel`in “Biliyorum ama söylemem” dediği bilgilerden mi?

(Gülüyor) Genelkurmay`ın da Halkla İlişkiler Dairesi var. Ve orayla yakın temasta olan gazeteciler var. Gizli kapaklı olmadıkları sürece bunları anlayabilirim. Bir iş gizli kapaklıysa bunu kabullenemem. Örtülüyse bir ilişki sorunludur.

- İstihbarat birimleriyle hangi gazeteciler sizce açık açık, hangileri örtülü iş yapıyor?

Bu kendinizle olan güveninizle alakalı. Bu mesleğe ne kadar önem veriyorsunuz? Biri bana bugüne kadar “Senin dediğin gibi olmadı” demedi, bir tek yazıma böyle bir itiraz gelmedi.

- Söylediğiniz ve çıkmayanlar listesinde “Türkiye 2012`de barışa kavuşacak”, “En geç 2013`te demokratik bir anayasa çıkacak” iddialarınız da var.

Ben “İtiraz gelmedi” dedim, “Söylediklerim gerçekleşti” demedim. Birtakım görüşmeler yapıyorum, HDP`lilerle de, Kandil`le de, devletin insanlarıyla da, MİT`le de, Erdoğan`la da. Çıkan izlenim: “Bu iş iyi gidiyor, biter.” Ama Habur yaşandığı vakit, AKP panik oldu ve derhal geri adım attı. Ben bunun bir medya operasyonu olduğunu anlatmaya çalıştım. Bunu beklemiyordum.

- Bugün o sözlerinizi fazla iddialı buluyor musunuz?

Fazla iddialı. Ama hiç pişman değilim. Elimdeki deliller onu söylettiriyordu.

‘Gazetecinin nüansı tutturabilmeli ama kâhin değilim`

- Gazetecinin bir borcu da nüansı tutturabilmek değil mi?

Onu tutturabilmek, ama ben kâhin değilim canım. Erken seçime gidiyoruz diyorum. Selahattin Demirtaş, “Koalisyon olmasa bile AKP`ye dışarıdan destek olmaya evet derse, Kılıçdaroğlu çıkıp AKP`yle anlaştık çarşamba günü açıklıyoruz” dese ne diyebilirim? Benim görevim o günün koşullarında neyin olacağını ya da neyin olmayacağını okuyucuya söylemek. Ya tutmazsa insanlara ne derim, diye düşünmem. Bu mesleği ilerde hatırat yazmak için yapmıyorum. “Ben demiştim” cakasına meraklı tiplerden de değilim. Var böyleleri iki laflarından biri, “Ben demiştim, yazmıştım”... Çıkar göster desen yok, söylediğinin zıddı pek çok beyanı yazısı var. 

‘Habur`da gazetelere Genelkurmay`dan telefonlar açıldı`

- Kaleminize yansıyan ve yansıyamayanlara geçmeden soralım; Habur`da olduğunu söylediğiniz “medya operasyonu” nasıl gerçekleşti?

Genelkurmay`dan, genel sekreterlikten filan neyse birileri telefon ediyor, “Bu ne rezillik, gördünüz mü” diyor.

- Kime açıldı o telefonlar; medya patronlarına mı, Ankara bürolarına mı?

Hem Ankara bürosuna, hem İstanbul`daki yayın yönetmenine. Gazetelerin bir tanesinin üstünde “Türkiye, Türklerindir” yazıyor.
- Sizin de vaktiyle çalıştığınız Doğan Medya Grubu`nun en büyük gazetesinde.

Sadece Doğan Grubu`nda değil, Sabah`ta da geçmişte ne manşetler atıldı. Bunlar kamuoyunu birden başka bir noktaya götürüyor. Hatırlayın Ahmet Kaya ilgili bir laf, ama şimdi herkes pişman! Adam Türkiye`den gitti, kalp krizinden öldü, şimdi “pardon” diyoruz.

‘Ertuğrul Özkök`ün gücünü tartamamışım`

- 30 Kasım 2011 tarihli “Medyanın katı, sıvı, gaz halleri!” yazınızda şunu yazdınız: “Dünün burnundan kıl aldırmayan, başbakanları ayağına getiren, bakan tayin eden, hükümet kuran, hükümet yıkan kuvvetine ne oldu? (...) Şarap uzmanlığından umre yarenliğine, spermden iç çamaşırı markasına Sait Nursi`den Fethullah Hoca muhabbetine, oradan Ahmet Kaya`nın mezarına savrulan, her savruluşunda çaresizliğini, paniğini sergileyen ar damarı çatlamışlıktan bahsediyorum. Neyse ki sonu geldi bu oyunun.”

Ne yazık ki sonu gelmemiş, hazret hâlâ yazıyor. Tutmayan öngörülerimden biri daha. Bazılarının gücünü tam tartamamışım demek... “İnsan yirmi yıl bir patronla çalışınca onun sırlarına da vakıf olur” diyen adamla lades tutuşmayacaksın. Sırlar önemli. 

- Siz de bu medya grubunda yazardınız.

Çalışmış olmak, onun bütün yöneticilerine kefil olmak değil ki.

- Elbette, ancak yayın yönetmeninin hükümet kurup yıktığını söylüyorsunuz.

Evet.

- Sizce bunlar Aydın Doğan`a rağmen gerçekleşebilecek şeyler mi?

Elbette ilişkisi vardır ama sadece ondan ibaret değil. Bazen Aydın Doğan genel yayın müdürünün dediğini yapar, Dinç Bilgin de yapar. İki medya grubunun bakanlar kurulunda kontenjanının olduğu bir dönemi yaşadık. Karabasan gibi bir dönemdi. Gazeteci, gazeteci gibi olmalı ve başka bir şeyi olmamalı. Özkök`ün “Ben bu grubun CEO`suyum” diye bir açıklaması olmuştu. Buna gazeteci denir mi? Benim ölçülerim başka, Hasan Cemal`e yapılanı da doğru bulmam, başkasına da. Nitekim Hasan`ı programıma davet ettim ve sordum: “İşten atılmanı Tayyip Erdoğan mı istedi?” Hayır dedi, “En küçük bir günahı bile yok.” Ama sonra T24`te “Evet, Erdoğan yaptı” dedi.
‘Aydın Doğan`a bedavadan banka verdiler`

- Erdoğan`ın hakkında “Batsın böyle gazetecilik” dediği Cemal`in “Erdoğan`ın en küçük bir günahı bile yok” dediğine dair şüphemiz var. Sizce Özkök, Aydın Doğan`a rağmen hareket etmiyorsa, yapılanlar Aydın Doğan`ın işine mi geliyordu?

Herhalde; size de bedavadan banka verseler, bonus... Bunlar oldu. Şimdi AKP ile Doğan Grubu`nun arası açıldı. Eğer birtakım taleplere Erdoğan ayak uydursaydı, canciğer kuzu sarması devam edebilirlerdi.

- Bilal Çetin`in 28 Şubat dizisi üzerine şunu söylediniz: “TGRT konusunu kaleme alırken bu kuruluşun patronuna çalıştırması istenen gazetecilerin isim listesinin de verildiğini yazsaymış. Bunlardan biri patronunun çaresizliğinden yararlanarak 15 bin dolar maaş ve Boğaz`da bir villa alması üzerine dönemin bir generali ‘Yahu ne güzelmiş böyle bir medya işi, biz de emekli olunca böyle bir kapı bulalım` dedi.” Bahsettiğiniz gazeteci kim?

Enver (Ören) Bey Allah rahmet eylesin, çok kötü köşeye sıkıştırıldı. Düşünün hem gazeteniz, hem televizyonunuz hem holdinginiz elden gidiyor. “Bir tek kurtulma koşulunuz var, size bir yayın müdürü tayin edeceğiz, o ne derse ona evet diyeceksiniz” diyorlar. Ali Baransel`i böylece genel yayın müdürü yaptılar. Hiç Türkiye gazetesi ile uyuşacak bir insan değil, ama TGRT her gün haber bülteninden önce ve sonra “Ali Baransel`den özlü sözler” diye vecizeler yayımlardı. Şimdi Enver Bey`e acımaz da ne yaparsınız? Bana yazarlık teklif etmişlerdi önce, “Hayır” dediğimde Enver Bey, “Peki ne yapayım” diye sordu. Ben de “Kapat abi” dedim.

‘Medyayla ilişkileri bakımından Erdoğan`a hiçbir şekilde kızmam`

- Erdoğan, Milliyet ve Vatan gazetelerini satın aldıktan sonra Erdoğan Demirören`in kendisine yayın grubunun başına kimi getirmesini sorduğunu ve Akif Beki yanıtını verdiğini söyledi. Acıma duygunuz bu noktada da harekete geçiyor mu?

Mesleğim adına acıyorum tabii. Demirören`i tanımıyorum. Medya sektörüne yabancı bir insan. Erdoğan medyayla ilişkileri bakımından çok eleştiriliyor. Ama hangi lider gazetelerin kendisinden övgüyle söz etmelerini istemez ki? Demirel aramadı mı? Ecevit? Özal? Aramamazlık etmezler. Kendileri eleştirildikleri vakit kızarlar da. Patronlar bunun karşısında duramıyorsa eleştirilmesi gereken kim? Ben bu konuda hiçbir şekilde de Erdoğan`a kızmam. Karşılığında ihale veriyorsa sadece o noktada kusurlu bulurum. Yoksa siz ricacı olarak başbakanın kapısına gitmişseniz, zaten bu işi baştan kaybetmişsiniz demektir. Reza Zarrab hadisesinde de bence en masum adam o

- Neden?
Adam iş adamı, işini yaptırmak istiyor. Bundan para alan bizim bakanlar.
- Buna karşın A Haber`de 29 Aralık 2014`te şunu söylediniz: “Zaten dört bakan kendisinin masum olduğunu söylüyor ve delil gösteriyorlarsa ortada şaşılacak ve büyütülecek bir şey yok.”

Şaşırmadım ama büyütülecek bir şey yok değil. “Ben suçluyum” demelerini mi bekliyorduk? 

‘Davutoğlu da, Akdoğan da ‘Yüce Divan`a gitsinler` diye oy vermiştir`

- Devamında da “İster Yüce Divan`a destek ister gerek yok kararı çıksın, hiç fark etmez, Meclis Genel Kurulu`na gelecek bu karar. Herkesin içini ferahlatacak bir karar çıkacak, bundan yana şüpheniz olmasın”  dediniz.

Ahmet Davutoğlu`nun eğilimini biliyorum. Davutoğlu, dört bakanı çağırdı ve “Siz isteyin Yüce Divan`a gidelim” dedi. Dört bakanının dördü de karşı çıktı. Davutoğlu oy vermemek için yurt dışına gitti. Bilgi sahibi değilim ama Davutoğlu da, vekalet verdiği Yalçın Akdoğan da Yüce Divan`a gitsinler diye oy vermişlerdir.

- Dört bakan arasında “Yüce Divan`dan korkmuyorum” diyen Erdoğan Bayraktar`ı ayrıştırmak lazım. Ancak Davutoğlu`na iyimser bakışınıza rağmen AKP, oylamada Yüce Divan`a karşı organize davrandı.

Beklediğim gibi çıkmadı. Dün gitmediler ama bu kişiler yargı önüne bir şekilde gidecekler. Siz alıntılamadınız, ama ben bu insanların “AKP`nin yakasından düşmesi gerektiğini” de söyledim. Bence hiç kimse o oyları inanarak vermedi.

‘Erdoğan da 4 bakan için Yüce Divan istiyordu ama...`

- Sizce Erdoğan Yüce Divan`ı istiyor muydu?

Evet. Ama Cumhurbaşkanlığı seçimi, şu bu filan, öyle bir sarmalın içine girdi ki... Erdoğan`ı ürküten birbirini tetikleyen şeyler oldu zannediyorum. Bu insanlar AKP grup toplantılarına katılabildiler mi, ben ona bakıyorum.

- Ahmet Sever, Abdullah Gül sayesinde Egemen Bağış`ın Erdoğan`ın yeni kabineye alınmadığını yazarken, bu söyledikleriniz “AKP`ye muhalefet eden bir gazeteci değilim” diyen Avni Özgürel`in iyimser yaklaşımı mı?

Kimseye kefil olmam ben. Erdoğan`ın da buna ihtiyacı yok. Ama Erdoğan`ın bu konuda toplumsal algıya itibar etmesi gerekirdi.

- “AKP`ye muhalefet etmeyen bir gazeteciyim” ne demek?

“Muhalefet etmeyen” demedim, neden etmeyeyim! AKP`ye çok eleştiri de yapıyorum. Ama genel olarak MHP`ye oy veren bir insan olarak AKP`yi şunun için tuttum; çok önemsediğim çözüm süreci için hiçbir siyasetçide görmediğim bir kararlılık vardı. Arada hatalar yapabilir ama ben ana çizgiye bakarım. Türkiye`de bu işi kim götürebilir diye baktığımda hâlâ Tayyip Erdoğan`ı görüyorum. Ben MHP`ye de gidip konferans verdim. Siyasi meseleden daha büyük bir kültür meselesi olduğunu söylüyorum. Kürtçe “seni seviyorum” nasıl denir bilmiyoruz. İngilizcesini, Fransızcasını, Almancasını biliyoruz ama 11 asır birlikte yaşadığımız halkın dilinde “seni seviyorum” lafının nasıl söylendiğini bilmememiz önemli değil değilse hiçbir şey konuşmaya değmez.

- Erdoğan`ın Çin ve Endonezya gezisine çıkarken çözüm sürecinin HDP/PKK ile sürdürülemeyeceğini duyuran, bazı HDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasını talep eden açıklamasından sonra da böyle mi düşünüyorsunuz?

Ben hâlâ şu kanaatimi muhafaza ediyorum: Barış olacak... Olacak olmasına ama Türkiye zaman kaybediyor. Öcalan`ın bu noktada çok kararlı olduğuna inanıyorum. Ona kalsa, önümüzdeki hafta biter bu iş, PKK da Öcalan`a direnemez. Türkiye`ye silah bıraktığına dair belgeyi verir. Biz 5 yıl kaybettik.

‘MİT`in bir gazeteciye verdiği para, bin-beş bin bir şey`

 - İstihbarat birimlerinin gazeteci devşirirken kullandığı araç ne; para mı?

İki türlü. MİT veya emniyet istihbaratı para vermez, zannetmiyorum. Para alan birisini biliyorum. Ne kadar para aldığını merak etmiştim.

- Ne kadar alıyormuş?

Kendisine sormadım, MİT`ten aldığım teyide göre, bugünün ölçüleriyle üç-beş bin bir şey.

- MİT`e çalışan bir gazetecinin aldığı maaş üç-beş bin lira arası mı?

Bin lira filandır.

- Üç-beş bin diyordunuz?

Öyle de olabilir, bilmiyorum, ne kadarsa. Ama öyle muazzam paralar değil. O seviyede paraları belki yabancı kişilere verebilirler.

‘Devlet bekası kamuflaj, James Bond olmak istiyorlar`

- Dolayısıyla sizce temel motivasyon “devletin bekası” iddiası mı?

Hayır, o bir kamuflaj. Temel motivasyon, sizin o kimlikle sağladığınız zırh.

- Deşifre edemezken bunun zırhını nasıl kullanabilir bir ajan?

Bazen deşifre de edebilirsiniz isterseniz. Bunu nerede yaptığınızla da alakalı. Telefonla arayıp biz polisiz diyor ve insanları dolandırabiliyorlar da gerçek istihbarat personeli menfaat sağlamayı kafaya koyarsa neler yapabilir düşünün. Bu kişilere baktığınızda çocuksu bir heyecan duyduklarını da görürsünüz, James Bond olmak istiyorlar.
- Sizce sebep karakter zaafı mı?

Başka ne olacak?

- Video kaydı ile şantaj olamaz mı?

Daha genç yaştaki erkek arkadaşların olabilir. Bir kızın ilgisini çekmek için atraksiyonlar yapmasına benzer bir hal.

RÖPORTAJIN DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ
kaynak: t24
 

Bu haberler de ilginizi çekebilir