• DOLAR 32.576
  • EURO 34.79
  • ALTIN 2491.14
  • ...
Şehid Abime Mektup - 2
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

 DOĞRUHABER 

Şehit ve Aziz Abim! Allah sana rahmet etsin. Ben şahidim, sen Müslümanları gafletten uyandırmak, bilinçlendirmek, cehaletten ve başıboşluktan kurtarmak için gece – gündüz hiç durmadan çalışıyordun. Şehir şehir, köy köy geziyordun. Nerede müsait bir insanı duysaydın ziyaret ediyordun. Onları İslami mücadeleye teşvik ediyordun. Bölgenin âlimlerini, şeyhlerini, şahsiyetli insanlarını ziyaret ediyordun. Onları İslami mücadeleye teşvik ediyordun. Medrese talebelerini, okul öğrencilerini medrese ve öğrenci evlerinde ziyaret ediyordun. Günlerce onlarla beraber kalıp bir battaniye üzerinde yatıyordun. Köylü demeden, avam demeden, fakir demeden, genç–ihtiyar demeden herkesle arkadaşlık ediyordun. Herkese değer veriyordun. Herkesi sevip sayıyordun. Büyüklerle büyük, küçüklerle küçüktün. Herkesin seviyesine inebiliyor ve yükselebiliyordun. Bir ağayla bir ağa gibi onurluydun. Bir fakirle bir fakir gibi mütevazıydın. Âlimlere hizmet edip onlardan istifade ediyordun. Avamları sevip yol gösteriyordun.

Ben şahidim ki, kendin için çok zahittin. Bütün evin bir traktörü doldurmuyordu. O da çoğu kitaptı. Çocuklarına bir ev bile almayı düşünmedin. Onlara bir metelik miras bırakmadın. Ancak davan için çok hırslıydın. Hizmetlerin aksamaması ve davanın geri kalmaması için ailen ve şahsın için çok iktisatlıydın ancak dava ve etrafındaki arkadaşların için çok cömert idin. Mütevazı sofraları severdin. Çok az yemek yerdin. Arkadaşlarına çok ikram eder ve hediye verirdin. Aynı zamanda hediye alırdın da. Dava ve hizmetin maslahatı dışında arkadaşını kırmaz ve bozmazdın. Ancak dava için çok disiplinli ve tavizsizdin. İnceden inceye hesap sorardın. O kadar titizdin ve o kadar mükemmel iş istiyordun ki sana hesap vermek çok zordu. Sana hesap verip de terlemeyen yoktu. Seninle çalışanın fırça yemediği gün yoktu. Onun için davada çok samimi olanlar fırçalarına tiryaki oluyorlardı. Fırça yemeden yanından ayrıldığında (ki nadir vuku buluyordu) hayret edip kendinden boşluk hissediyorlardı. Ancak çok güvenmediğin ve sevmediğin bir arkadaşa fırça atmazdın. Arkadaşların bunu bildikleri için fırçalarından hoşlanırlardı.

Şehit ve Aziz Abim! Allah sana rahmet etsin. Ben şahidim. Sen gerçek bir rehber ve muallim idin. Sen bizlere çok şeyler öğretiyordun ancak herkes kendi seviye ve kabiliyetine göre istifade edebiliyordu. İtiraf edeyim ki yaşça, sana yakın olanlardan daha çok genç olan ekip senden daha çok istifade ediyordu. Zira yaş kadar seviyeni de kendi seviyemize yakın gördüğümüz için kendimizi tam teslim edemiyorduk. Bu durumun farkındayım ve zaman zaman, “Kendinizi sıfırlarsanız ve teslim ederseniz çok istifade edebilirsiniz” diyerek bizi uyarıyordun. Ancak bu da bazen zorumuza gidiyordu. Yani kısacası sana yaşıt olanlar yeterince seni anlamadıkları için hakkıyla senden istifade edemediler.

Şehit ve Aziz Abim! Allah sana rahmet etsin. Ben şahidim. Sen verdiğin mücadelede çok becerikli ve başarılıydın. Zira genç yaşınla, tecrübesizliğinle, kıt imkânlarla beraber önündeki onca engele rağmen sen öyle sağlam bir cemaat ve hareket inşa ettin ki, senin şehadetini netice veren fırtınaya rağmen Allah`ın lütfuyla dimdik ayakta kaldı. O fırtına ki dağlara bile yönelseydi o dağları yıkıp dağıtırdı. O musibet ki çocukları bile ihtiyarlatırdı. Zalim-kâfir ihya ettiğin cemaat aleyhinde birleşti. Ve bütün imkânlarıyla yıkılmasına, dağılmasına ve yok etmeye çalıştılar. Ancak her zamanki gibi yine Allah`u Teâlâ`nın lütuf ve nusretiyle düşmanlar eridi, yıkıldı ve kökten yok olmadıysa da ona ramak kalmıştır. O zamanki derin ve paralel yapılar… Allah`u Teâlâ hepsini eritti, yıktı ve tarihin çöplüğüne attı. Ancak senin inşa ettiğin cemaat takva üzerine ihlas, fedakârlık, sabır, kan, gözyaşı, bin bir mazlumiyet ve mağduriyetle; bütün o fırtına, baskı ve tazyikâta rağmen ayakta kaldı. Gelişti, yükseldi ve şu anda dost düşman varlığını ve ülkede güçlü bir realite olduğunu kabul etmek zorunda kaldı. Onun onayı alınmadan çözüm sürecinin başarıya ulaşmayacağına inanmışlar.

Senin şehadetinden sonra, senin cemaatinin yönetici ve mesul kadrosu hiç kimse yan çizmedi, birbirine düşmedi, tefrikaya girmedi, hiç kimse pes etmedi, sana hıyanet edip oturmadı. Sonuç alınmayacak maceraların peşine düşmedi. Kitap ve sünnet yolundan sapmadı. Hiç kimse kendi canının derdine düşmedi. Herkes ya son nefesine kadar ya da esir düşünceye kadar mücadele sahasını terk etmedi, arkadaşını yalnız bırakmadı. Yükselttiğin bayrağı düşürmedi, emir komuta zincirini bozmadı, şehit, esir, muhacir ve mağdur insanları ve ailelerini kendi hallerine bırakmadı. İmkânları nispetinde sahip çıktılar. Fırtınaya karşı direndiler ve pes etmeden sabrettiler.

Esir düşenler bin bir eziyet ve işkenceden sonra zindanlara atılmalarına rağmen yine de ilahi davadan vazgeçmediler. Davalarını sürdürdüler. Zindanları Yusufî medreseye çevirdiler. Bilenler öğretmen, bilmeyenler öğrenci oldular. Manevi, maddi, tecrübe eksikliklerini tamamlamaya çalıştılar. Hiç kimse hiç kimseyi suçlamadan, birbirini kınamadan ve kardeşlik atmosferini bozmadan... Birbirlerine teselli verdiler ve teselli oldular.

Zindanlarda okudular, kendilerini her yönde geliştirdiler. İslami ilimlerin tahsilini gördüler. Yüzlercesi geleneksel medrese müfredatını bitirerek mezun oldu. İcazet aldılar. Medrese tahsiliyle beraber resmi okul da okudular ve okuyorlar. Üniversite mezunu olmayanların birçoğu üniversiteli oldu. Hatta bazıları bir kaç üniversite bitirdi. Böylece çift kanatlı oldular. Sonra da birçoğu Allah`ın yardımıyla tahliye edilerek çıktı ve her çıkan ehil olduğu bir vazifenin başına geçti. İlahi mücadelelerin yeni merhalesinde zaman, mekân ve yeni şartlara uygun bir stille mücadelelerine devam etmektedirler. Mevsime göre elbise değişmişse de gövdeyi teşkil eden ana fikir, ruhiyat ve ilkelerden asla sapma olmamıştır.

Hicrette olanlar da aynı kararlılıkla ilahi davalarını sürdürmektedirler. Cemaatle bağlılık ve sadakatlerini korumaktadırlar. Kendi akide, ilke ve hedeflerinden hiç sapmadan aktif bir şekilde mücadeleni devam ettirmektedirler. Davanı ve mücadeleni daha uzak diyarlara ve ülkelere taşıdılar.

Cemaatin sesini yükseltip gücüne güç katmışlar. Birçok İslami yapılarla tanışmış ve ona birçok kardeş kazanmışlardır. Ve daha birçok yönde katkı yapmaktadır.
Hâsılı diktiğin ve kanınla süslediğin ağaç kurumamış, büyümüş dal ve kökleri ülkenin dört bir yanına ve hatta dünyanın birçok ülkesine ulaşmış, meyve vermeye başlamıştır.
Senin başarının bir alameti ve Allah`u Teâlâ`nın sana bir lütfu da Allah`u Teâlâ`ya verdiğin ahdine sadık kalarak ruhunu O`na teslim etmendir. Üstelik amel defterini kanınla imzalayarak ve inşallah şehit olarak Şeb-i Aruzu`nu yaşadın.

Mücadelede kararlılığınız bu kadar aşikâr olmaması rağmen bazı basiretsizler, senin öldürülmeni basiretsizlik ve tedbirsizlik telaki ettiler. Bu uyanıklar unutuyorlar ki bu dünyada herkesin takdim ve tehir kabul etmeyen muayyen bir eceli vardır. Bu ilahi davanın hizmetinde bir nöbeti vardır. Ecelin ve nöbetin devretme saati gelince takdir devreye geçer, basiretler ve tedbirler devre dışı kalır. Aksi takdirde Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz. Hüseyin, Şeyh Said, Hasan El Benna ve Seyyit Kutup gibi Allah yolunda öldürülen büyük zatlar başarısız, mağlup veya haşa basiretsiz ve tedbirsiz sayılmalıdır.

Allah sana binlerce defa rahmet etsin. Ben şahidim, sen bu dünyada izzetle ve mertçe yaşadın ve yine izzetle ve mertçe bu dünyadan ayrıldın. Seni tanıyan herkes de bunun böyle olduğunu biliyor.

Şehit ve Aziz Abim! Allah sana rahmet etsin. Ben şahidim, sen samimiyetle İslam`a hizmet eden bütün İslami cemaatlerin ve hareketlerin liderlerini ve mensuplarını seviyordun ve sayıyordun. Onlardan birçok dostun da vardır. Ancak üç şahsiyeti çok seviyor ve takdir ediyordun. Biri Üstad Bediüzzaman idi. Ondan çok etkilenmiştin. Onu kendine mürşit olarak kabul etmiştin. Defalarca yanımda, “Herkesin bir mürşidi vardır. Benim de mürşidim Üstat Bediüzzaman`dır.” diyordun. Risale-i Nur`u bize ders yapıyordun. Tavsiye ediyordun. Risale`yi okuyanları daha fazla seviyordun. “Hatta filan kişi Risale okuyor, onun hali başkadır.” diyordun. Bazı vesveselerim vardı, sana anlattım. Onlardan kurtulmam için bana Risale`yi tavsiye ettin. Mektubat, Miftahul İman ve Asar-i Bediiye`yi, Osmanlıca yazılı olanları bana hediye ettin ve okumam için beni çok tembihledin. Birçok defa, “Risale okumadan fikri istikrar bulmak çok zordur bu asırda.” diyordun. Vesveselerden Risale`yle kurtulduğunu ve fikri istikrara kavuştuğunu yanımda dile getiriyordun. Ondan dolayı sana yakın olan herkes mutlaka Risale-i Nur okumuştur. Ve yanı başından hiçbir zaman Risale eksik olmuyordu. Daima bir vird gibi okuyordun ve okutuyordun. Cemaatin inşasında ve programında temel kaynak Risale-i Nur`du. Hâsılı Risale ve Üstad ile ilgili senden duyduğum ve gördüğüm hatıralarımı yazsam ancak bir cilde sığabilir.

Çok sevdiğin ikinci büyük şahsiyet Şehit Hasan El Benna idi. Allah rahmet etsin. Risale ve müzakeratını çok beğeniyordun. “Benim ikinci mürşidimdir.” diye bir cümle senden duymadım. Ancak hayatınızın içinde öyle görünüyordu. Cemaatin inşa ve programında ikinci kaynağın Hasan El Benna Risaleleridir. Genel olarak İhvan`ın kitapları ve özellikle de Sait Havva`nın eserlerini çok tasvip ve tavsiye ediyordun. Eserlerinden de özellikle Cundullah ve Fi Afakıt Tealim`i çok faydalı görüyordun. Fi Afakıt Tealim`i tercüme ettirdin. Onu, Cundullah`ı ve Risaleler`i basıp yayımlattın. Genel olarak İhvan`ın kitaplarını Cemaatin programına almıştın.

Cemaat içinde en fazla okunan ve okutulan kitaplar İhvan kitaplarıydı. Yoldaki İşaretler ve Fizilali`l Kuran`ın bir cildi de senin emrinle Arapça basılmıştı. Kısacası Risale-i Nur kadar İhvan kültürü ile de bağın güçlüydü. Hatta pratikte İhvan kitapları Risale-i Nur`dan daha fazla cemaat içinde yer almıştı. Zira Risale yeni nesle ağır geliyordu.

Çok sevdiğin ve hayranlık duyduğun üçüncü şahsiyet İmam Humeyni idi(ra). Sen kelimenin tam manasıyla bir Sünni ve Şafii olmakla beraber İmam Humeyni`yi çok seviyordun. Bize defalarca anlattığın gibi İmam Humeyni`yi şu meziyetlerden dolayı sevip takdir ediyordun. İmam, irfani ve sufi meşrepli olduğu halde siyasetle ilgileniyordu ve Şah`a kafa tutmuştu, onu devirdikten sonra Şia Ayetullahlarına rağmen ve onların geleneğini bozarak yönetimi yeni bir şaha teslim etmek yerine kendisi devlet kurdu ve bu devleti bizzat yönetti. Amerika`yı “büyük şeytan” ilan etti ve ona kafa tuttu. Büyük şeytanın bütün oyun ve hilelerine karşı dağ gibi durdu.

Ben şahidim, İran`ın devrimini İslami bir devrim görüyordun. Bir şeriat devleti değil bir İslam devleti olarak bütün imkânlarınla destekliyordun. Bir ara bana şunu söyledin: “Biz İran İslam Cumhuriyetini Şii bir devlet olduğu için değil -zira Şiiciliğin ne olduğunu çok iyi biliyoruz- ancak İslam noktası açısından seviyoruz ve destekliyoruz, şayet Mu`tezile veya başka bir Müslüman fırkası da bir İslami devlet kurarsa onları da severiz ve destekleriz. Hiçbir zaman Şia mezhebine meylettiğine şahit olmadım ve bir iz de görmedim. Zira sen bütün meselelere ve özellikle akidevi konulara Risale-i Nur penceresinden bakıyordun. Bazen konu açılınca defalarca, “Ehl-i Sünnet mezhebi en hak mezheptir. Biz değil Ehl-i sünnet akidemizden Şafii mezhebimizden de taviz verip değiştirmeyiz.” dediğini hatırlıyorum. İran`a gittiğin bir seferinden dönerken ve bize bu seferinden bahsederken konuşma arasında, “Bir Şii molla bana, ‘gel Şii mezhebine gir demesine, ben de sen gel Sünni ol dedim.` O ben nasıl Sünni olurum, ben mezhebimi delille ve ispatla kabul etmişim. Ben de ona; ben de mezhebimi delilli ispatlı bir şekilde kabul etmişim.” bir hikâyeden bahsettiğini de hatırlıyorum. Kısacası Müslümanların birbirinin mezhebiyle uğraşmalarına ve mezhep değiştirmesini tasvip etmiyordun ve şiddetle karşı çıkıyordun. Müslümanlar birbirini olduğu gibi kabul etmelidirler. Herkes mezhep yerine İslam için çalışmalı ve Müslüman oldukları için birbirini sevmeli ve destek olmalıdırlar, diye söylüyordun.

İşte mücadele ve İslami hizmetinde başarılı olmanın bir sebebi de bu basiretin ve vasat hareket etmendi, diye inanıyorum.

DEVAM EDECEK

Bu haberler de ilginizi çekebilir