• DOLAR 32.504
  • EURO 34.783
  • ALTIN 2499.528
  • ...
İngilizler Myanmar`ı Adım Adım Ele Geçirdiler
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

doğruhaber / tarihte bugün 4 Ocak

GÜNÜN AYETİ

“Asra yemin olsun ki, Şüphesiz insan hüsrandadır. Ancak, iman edip salih amel işleyenler, hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnadırlar.” (Asr Süresi)

GÜNÜN HADİSİ

“Kişinin kendisini ilgilendirmeyen şeyleri terk etmesi, Müslümanlığının güzelliğindendir” (Tirmizi, Malik)

GÜNÜN SÖZÜ

“Nefsini hak ile meşgul etmezsen, batıl seni istila eder.” (İmam Şafii)

TARİHTE BUGÜN /  4 OCAK

842: Abbasi Sultanı Mutasım öldü. (1)

1610: Sultanahmet Camisinin temeli atıldı.

1740: Osmanlı-İsveç Savunma Antlaşması İmzalandı.

1885: İlk başarılı apandisit ameliyatı Dr. William W. Grant tarafından gerçekleştirildi.

1951 Çin Halk Cumhuriyeti ve Kuzey Kore birliklerinden oluşan Komünist birlikleri Kore'de Seul'u işgal etti.

1960: Amerikan Ajansı'nın yıllık raporunda Türk basını için, "Doğrudan doğruya sansür mevcut olmamakla beraber, sıkı kanunlar basın üzerinde kontrole yol açmaktadır" dendi.

1961: Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu kabul edildi. (3)

1961: Bakanlar Kurulu toplu olarak istifa etti.

1969: Her türlü ırk ayrımcılığının kaldırılmasına dair uluslararası sözleşme imzalandı. Türkiye bu sözleşmeyi ancak 2001'de onayladı.

1972: Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı bir açıklama yaptı. Buna göre, arananları ihbar edenlere 100 bin lira verilecekti.

1987: YÖK, başörtüsü yasağının devam etmesi yönünde bir karar aldı.

1990: Pakistan'ın Sindh bölgesinde bir yolcu treni, bir yük treni ile çarpıştı: 300 kişi öldü.

2000: İşgalci İsrailliler ve Filistinliler, İsrail askerlerinin Batı Şeria'nın yüzde 5'inden çekilmesi konusunda anlaştı.

2004: Afganistan'da Amerika gölgesinde faaliyetlerini yürüten büyük meclis Loya Jirga yeni anayasayı kabul etti.

2006: İşgal Devleti İsrail Başbakanı Ariel Şaron beyin kanaması geçirdi ve komaya girdi. Yeni parti Kadima'nın 28 Mart'taki seçim zaferinden sonra Ehud Olmert, İşçi Partisi lideri Amir Peretz ile yeni hükümeti kurdu ve başbakan oldu. (4)

2011: Hacı İnan İle İlyas Kutulman, Bolu F Tipi cezaevinden tahliye oldu. M. Emin Ekici ve Sabahattin Alkan  İbrahim Evliyaoğlu Abdussettar Yıldızbakan Burhan Ekineker ve M.Bayram Eren Kocaeli Kandıra 2 Nolu F Tipi cezaevinden tahliye oldu

MERCEK

4 OCAK

(1) Sultam Mutasım

4 Ocak 842: Abbasi Sultanı Mutasım öldü.

Allah yeryüzünde kendi katındaki hikmetlere binaen bazı kullarına güç ve iktidar verir. Bu güç veya iktidarın şekli yer yer değişik olabilir. Bazen zenginlik, bazen ordular sahibi olmak, bazen idareci olmak… gibi farklı şekillerde verilen güç ve iktidar, Allah adına, Allah için, Allah ile beraber kullanılmazsa ona sahip olanları hüsrana uğratır. Bu meyanda tarihin kaydettiği isimlerden biridir Abbasi Sultanı Mutasım.. Mutasım veya tam adı Ebu İshak 'Abbas el-Mutasım bin Harun, Allah`ın kendisine verdiği güç ve iktidarı Allah`a isyan yolunda kullanarak “Kur`an Mahlûktur” davasını gütmüş, buna itiraz eden İslam âlimlerini akla hayale gelmeyecek işkencelere uğratmıştır. Onlardan biri de Ahmed bin Hanbel`dir.

Abbasi Sultanı Me'mun öldüğünde Ahmed İbni Hanbel eli kolu bağlı, kelepçeli bir halde sorguya çekilmek üzere ona götürülüyordu. Fakat Me'mun'un ölümü ve yerine Mutasım`ın gelişiyle ile İbni Hanbel`in işkenceleri bitmedi. Belki aksine daha arttı. Daha sert, daha şiddetli, daha sivri ve daha umumî bir hal aldı. Çünkü kardeşi Me`mun`un Mu'tasım'a yaptığı iki vasiyet vardı;

1- Kur'an mahlûktur davasını yürütmesi, bundan asla vazgeçmemesi,

2- Ahmed Ebu Duâd'ı yerinde tutup, ona dayanması ve güvenmesi.

Mutasım, Me'mun gibi, ilim adamı değildi, o kılıç adamıydı. Boynundan kılıcını çıkarmazdı. Kur'an mahlûktur davasını Ahmed b. Duâd'a bıraktı. “Abim Me'mun'un vasiyetini yerine getirmek için istediğini yapsın” dedi.

Biliyoruz ki, Me'mun öldüğü zaman Ahmed b. Hanbel yoldaydı. Bağdad'dan sorguya çekilmek üzere zincirler içinde Tarsus'a getiriliyordu. Ki, Abbasî Halifeleri bazen Tarsus'da otururdu. Me'mun'un ölüm haberi üzerine Bağdad`a geri götürüldü. Hakkında bir emir çıkıncaya kadar hapsedildi. Bir ara serbest bırakıldı. Sonra Mutasım'ın huzuruna çıkarıldı. Mutasım ona Kur'an mahlûktur dedirtmek için çok uğraştı, zor kullandı, tehdit etti. Fakat ne tergib, ne tehdit… bunların hiç birinden netice alamadı. Bundan sonra sıra dayağa gelinmiş olacak ki, zindanda defalarca dayak atıldı. Dövülürken bayıldığı olurdu, o zaman ara verirler, ayılınca yine kırbaçlarlardı. Aklı başından gidinceye kadar döverlerdi. Böyle sorguya çekilerek, dayak atılarak 28 ay zindanda kaldı. Kendi görüşlerini zorla kabul ettiremeyeceklerini anlayınca onu serbest bıraktılar. Evine geldi, vücudu yara bere içindeydi. Devamlı işkence gördüğünden, zindan hayatı onu bitirmişti.

Kur'an mahlûk mu, değil mi diye ortaya atılan bu fitne tarihte "Mihnet-i Kur'an" diye anılır.

Mutasım, Harun Reşid'in küçük oğluydu ve annesi Harun Reşid'in Türk asıllı bir cariyesi idi. 833'te kardeşi Me`mun'un yerine tahta geçmişti.

Tabari'ye göre Mutasım, ölen ağabeyi Me`mun yerine 9 Ağustos 833'da halife olmuştur. Önce askerler Mutasım`a biat etmekten kaçındılar ve Memun'un oğlu Abbas`ın halife olmasını istediler. Fakat Abbas, babasının kurmuş olduğu Tyana askeri şehrinden çağrılıp Bağdad'a geldi ve Mutasım'a biat etti. Askerler de ondan sonra Mutasım'a biat ettiler.

(2) Burma ve Acıları

4 Ocak  1948: Burma, Birleşik Krallıktan bağımsızlığını kazandı.

Askeri rejim ile yönetilen Burma Birliği 4 Ocak 1948`de İngiliz sömürgesinden çıkıp bağımsızlığını ilan etti. Burma Birliği, Myanmar veya Birminya olarak da bilinen Burma, Güneydoğu Asya'da, Andaman Denizi ve Bengal Körfezi kıyısında, Bangladeş, Çin, Hindistan, Laos, ve Tayland arasında yer almaktadır.

Myanmar'da gelişkin bir Buda uygarlığı var¬dır. Sadece terk edilmiş bir kent olan Pagan'da 9-13. yüz¬yıllar arasında yapılmış binlerce Buda tapına¬ğı bulunmaktadır.11-19. yüzyıllarda Birmanya prensleri ara¬sında amansız savaşlar başlar. 1820'de büyük Myanmar Generali Maha Bandula, Hindis-tan'ın Manipur ve Assam eyaletleri¬ni ele geçirip Bengal'e yönelince, o zaman Hindistan'a egemen olan İngilizler Myanmar'ya savaş açarlar. Maha Bandula geri püs¬kürtülünce Myanmarlılar yalnızca Assam ve Manipur üzerindeki isteklerinden vazgeçmekle kalmadılar, aynı zamanda Aşağı Birmanya`nin Arakan ve Tenasserim bölgelerini de İngilizlere bırakırlar.

1826-1882 yılları boyunca İngilizler, Aşağı Myanmar'ı adım adım ele geçirdiler. Kral Thibavv'la 1886'da yapılan savaştan sonra, başkenti Mandalay olan Yu¬karı Birmanya da İngilizlerin denetimi altına girdi. 1919'dan 1937'ye kadar Myanmar, "Birmanya" adı altında Hin¬distan'ın bir eyaleti olarak İngiliz yönetimin¬de kaldı.

Çok katı ve zalim bir askeri diktatörlükle yönetilen Burma`ya yıllarca uluslar arası yaptırımlar uygulanmıştır. 2011 yılının Aralık ayına Burma`ya giden ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Burma`dan, Kuzey Kore`yle askeri bağlarını kesmesini isteyerek ABD adına lobi çalışmaları yaptı. Burma`nın muhalif liderleriyle de görüşen Hillary Clinton, 50 yıl sonra Burma`ya giden ilk Amerikan dışişleri bakanı.

Çin`in askeri ve ekonomik varlığının iyice hissedilmeye başladığı Asya-Pasifik bölgesinde yeniden belirleyici ülke konumuna gelmek için peş peşe adımlar atan ABD, Clinton`un bu gezisini Dünya medyasına ABD`nin Burma`ya demokrasi getirme çalışmaları olarak yansıttı.

Burma ya da Myanmar`ın % 15`ni Müslümanlar oluştururken geri kalan nüfusun büyük çoğunluğu Budist`tir.  Müslümanlar ülkenin Arakan adlı bölgesinde yaşamakta olup Arakan`da çok zengin petrol ve doğal gaz yatakları vardır. Arap tüccarlar vesilesiyle İslamla tanışan Arakanlılar 1430 yılında varlığını 350 yıl sürdürecek olan bir İslam Devleti kurdular. 1783`lü yıllarda Budistlerin işgaline uğrayan bölge Putperestlere de kalmadı ve 19. yüzyılın sonunda az önce de bahsettiğimiz gibi İngiltere bölgeyi ele geçirdi.

20. yüzyılda Burma`da Müslüman karşıtı kampanya çok büyük bir hız kazandı ve bunun neticesinde 100 bin Müslümanın katledildiği Arakan Katliamı yapıldı. Bu katliam sırasında yine 100 binlerce kişi sakat kaldı veya göç etmek zorunda kaldı. 1948`in 4 Ocağında İngilizlerden bağımsızlığını kazanan Burma`da Müslümanlar yine rahat yüzü görmedi. Zira 1962 yılında ülkede Komünist Darbe yapan General Ne Win tüm imkânlarını Müslümanları yok etmek için seferber etti.

Hazırlanan "Burma Sosyalist Parti Programı"nda, her türlü yol kullanılarak Müslümanların dinlerinden uzaklaştırılması hedefleniyordu.

Bu amaçla, Müslümanlar tüm siyasi haklarından mahrum edildi. Ayrıca tüm İslami eğitim kurumları, camiler ve benzeri dini merkezler kapatıldı. Mescidler eğlence merkezlerine ya da Budist tapınaklarına çevrildi. Hacca gitmek, kurban kesmek, toplu namaz kılmak ve diğer ibadetler yasaklandı. Bu baskılar nedeniyle Müslümanların bir bölümü ülkeyi terk etmek zorunda kaldılar. Ancak göçlere rağmen Arakan bölgesinde Müslümanlar çoğunluğu oluşturmaktaydı. Bunun üzerine General Ne Win, baskıları daha da artırarak keyfi tutuklamalara ve işkence uygulamalarına ağırlık verdi. Bu acımasız uygulamaların sonucunda bir milyondan fazla Müslüman Burma'yı terk etmek zorunda kaldı. Burma hükümeti, ülkedeki vahşetin gizli kalması için yıllar boyunca ülkeye yabancı gazeteci ve hatta turist bile kabul etmedi.

İnsan hakları kuruluşlarının vermiş oldukları raporlara göre, bu baskıcı rejim altında sadece 1962-1984 yılları arasında 20.000 Arakan Müslümanı öldürüldü. Yüzlerce kadına tecavüz edildi ve Müslümanların tüm mal varlıklarına el konuldu. Devletin iletişim araçları, İslam dini hakkında yalan ve iftiralar yaymak için kullanıldı. 1978 yılının baharında ordunun taşkınlıkları, 200.000 Müslümanı son derece güç şartlar altında Bangladeş'e göçmek zorunda bıraktı. 1979 yılında sözde BM koruyuculuğu altında ülkelerine geri döndüler.

General Ne Win'in 1988 yılında istifasının ardından değişik askeri ve sivil hükümetler birbirini izledi, bu dönem boyunca çıkan ayaklanmalarda ise 3.000'den fazla insan öldü. Vahşet hiç azalmadı, aksine şiddetlenerek arttı. Ocak 1992'de Burma'da yaşayan Müslüman azınlığa mensup 700 kişinin Bangladeş sınırı yakınlarında boğularak öldürüldüğü ortaya çıktı. 1994 yılında ise 1.000'den fazla Müslüman yargısız infaz yöntemiyle öldürüldü.

Burma'da Müslüman kadınlara yapılan tecavüz ve sistemli işkence olayları hala her sene yayınlanan insan hakları raporlarında geniş olarak yer almaktadır. Ancak her nedense bunlar Batılı ülkeler tarafından görmezden gelinmektedir.

Burma'da yaşayan savunmasız Müslüman halkın en büyük sorunlarından biri de dış dünyayla iletişim kuramamak ve yaşadıkları vahşetin detaylarını anlatamamaktır.

ünkü ülkeye kara yoluyla girmek yönetim tarafından yasaklanmıştır. Hava yoluyla geliş gerçekleşse bile, ülkenin birçok bölgesi yabancılara kapatılmıştır. Açıkçası Burmalı Müslümanların yaşadığı zulmü yerinde ve tüm gerçekliğiyle tespit edebilmek oldukça zordur.

1990'lardan sonra Müslümanlar tekrar büyük bir kıyıma uğramış ve yine 200.000 kişi 1992 yılında Bangladeş'e sığınmak zorunda kalmıştır.

Burma'daki zulümden kaçan mülteciler de çok büyük bir insanlık dramı ile karşı karşıyadırlar. Çok fakir bir İslam ülkesi olan Bangladeş, Burmalı mültecileri topraklarında ağırlamakta, ancak yiyecek ve barınacak konusunda yardım etmekte çok zorlanmaktadır.

Burma ve Bangladeş'ten yükselen bu yardım sesini tüm dünya Müslümanları mutlaka duymalıdır.

ZULMÜN DÖKÜMÜ (1942-1996)
YOK EDİLEN YERLEŞİM BİRİMLERİ: 10-15 BİN
GÖÇ: YAKLAŞIK 2 MİLYON
KATLİAMLARDA ÖLDÜRÜLENLER: 200 BİN.
TECAVÜZ: 20 BİN
CİNAYET: 20 BİN
TUTUKLAMA: 40 BİN
YAKILAN VE YIKILAN CAMİ, MEDRESE: 5 BİN
KAYIPLAR: 50 BİN
İSŞSİZ VE GELİRİ OLMAYAN: 1 MİLYON

Biz her ne kadar değişik bu dökümü verdiysek de Burma gibi yabancılara bir çok bölgesine giriş-çıkışı yasaklayan kapalı bir rejimde öldürülenlerin, tecavüze uğrayanların ve diğer zulme uğrayanların sayısı çok daha fazladır.

Birleşmiş Milletler tarafından yapılan açıklamada Burma`da yaşayan Müslüman halkın dünyada en fazla zulme uğrayan halk olarak nitelendiriliyor. Burma`da ki Müslüman topluluk- ülkedeki askeri yönetim tarafından vatandaş olarak bile kabul edilmiyor. Bunun da ötesinde; toprak sahibi olma ve evlenme veya seyahat gibi hakları izin almadan gerçekleştiremiyorlar. 

Burma`daki zulmü iki şahidin diliyle özetlemeye çalışalım:
Human Rights Watch çalışanı Elaine Pearson “Eğer Burma`da yaşayan bir Müslümansan bir köpek kadar değerin vardır. Temiz elbise giyme veya bulunduğun yerden başka bir yere gitmeye dahi izin verilmiyor. Burma yönetimi yalnızca onların temel haklarından yararlanmalarına izin vermek dışında vatandaşlıklarını bile kabul etmiyor” diyor.

Bangladeş temelli olan Tarihi Arakan Topluluğu yöneticisi olan Muhammed Ali, kendi halkının ülkenin bağımsızlığını kazanmasında büyük rol aldığını vurguluyor ve;

“1948 yılında bizim babalarımız el ele Burma halkıyla birlikte özgürlüğü kazandılar Büyük Britanya`ya karşı. Ama Burma özgürlüğü kazanmasının ardından yeni yöneticiler ülkeyi kendilerinin ülkesi olarak kabul ettiler bizim değil”

Burma`da yaşananlar ayrımcılık ve işkenceler sürüyor ve kamplar dolmaya devam ediyor. İnsanlar özgürlük için kendi vatanlarından ayrılmak zorunda bırakılıyor. Hayatlarını tehlikeye atarak mülteci olan halk bir özgür ve kendi ülkelerinin vatandaşı olarak geri dönecekleri günü hayal ediyorlar.

(3) TSK İç Hizmet Kanunu

4 Ocak  1961: Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu kabul edildi.

4 Ocak`ta kabul edilen Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu ile askeri vesayet meşru bir zemine oturtulmak istenmiştir. Düşünün ki, ülkede doktorlar darbe yapmış ve doktorluk mesleğini ülkenin en dokunulmaz ve karışılmaz hale sokup kendilerini kimseye hesap vermez ve istediği gibi davranan bir konuma taşımışlardır. 1960 darbesinde ülkeyi ele geçiren askeri cunta da bundan başka bir şey yapmadı. Ticaretinden, hukukuna, tüzüğünden işleyişine kadar uzun yıllar boyunca asker devletin üstünde bir devlet olarak milleti yok saydı. Piramitin tepesinde Türkiye manzaralı bir makam işte bahsettiğimiz bu İç Hizmet Kanunu ile inşa edildi. Bu İç Hizmet Kanununda özellikle 35. Madde herkesçe biliniyor olsa gerek. Zira bu madde yürürlüğe girdiği andan itibaren yapılan tüm askeri darbe ve muhtıralara sözüm ona meşruiyet vermiştir. Hükümetlere ve Cumhuriyet rejimin halka verdiği ama sadece sözde kalan millet iradesine ipotek koymanın kanuni gerekçesi İç Hizmet Kanunu, hassaten 35. madde olmuştur.

İşte söz konusu İç Hizmet Kanununun kabul tarihi ve meşhur 35. madde:
  
TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ İÇ HİZMET KANUNU
    Kanun Numarası: 211
    Kabul Tarihi: 04/01/1961
    Yayımlandığı Resmi Gazete Tarihi: 10/01/1961
    Yayımlandığı Resmi Gazete Sayısı: 10703


Madde 35 - Silahlı Kuvvetlerin vazifesi; Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyetini kollamak ve korumaktır.

(4) Kasap Ariel Şaron

4 Ocak  2006: İşgal Devleti İsrail Başbakanı Ariel Şaron beyin kanaması geçirdi ve komaya girdi. Yeni parti Kadima'nın 28 Mart'taki seçim zaferinden sonra Ehud Olmert, İşçi Partisi lideri Amir Peretz ile yeni hükümeti kurdu ve başbakan oldu.

Ariel Şaron, İsrail eski başbakanı. Ana Muhalefet Kadima Partisi'nin kurucusu ve ilk lideri. Emekli tümgeneral. Tüm unvanlarının üstünde Ümmetçe en çok bilinen unvanı: Müslüman Katili Kasap Şaron!

26 Şubat 1928 doğan Ariel Şaron, 1982 yılında Lübnan İç Savaşı sırasında İsrail'in Savunma bakanı olarak görev yapmaktaydı. Gözlemciler İsrail'in Sabra ve Şatilla katliamından Ariel Şaron'u sorumlu tutmuşlardır. Sabra ve Şatilla katliamı 16 Eylül 1982 tarihinde İsrail yanlısı aşırı sağcı Hıristiyan Falanjist milislerin İsrail askerleriyle beraber Batı Beyrut'ta Sabra ve Şatilla adındaki Filistin mülteci kamplarını basarak çocuklar dâhil binlerce kişiyi katletmesi olayıdır. Katliamda sonradan İsrail'in eski Başbakanlarından olan Ariel Şaron'un rolü olduğu bilinmektedir. BBC'ye göre İsrail Meclis Araştırma Komisyonu Şaron 'u katliamdan dolaylı olarak sorumlu bulmuş, Şaron bunun üzerine Savunma Bakanlığı görevinden istifa etmiştir.

Yine Ariel Şaron'un 2000 yılında Kudüs'teki El Aksa camii'ne polis koruması altında yaptığı ziyaret ve verdiği demeç Filistinlilerin 2. İntifada'yı başlatmalarına neden oldu ve bir kışkırtma olarak görüldü.

Ariel Şaron
Ariel Şaron Mart 2001 tarihinden Nisan 2006 tarihine kadar İsrail'in başbakanlığını yaptı. 2004 yılında İsrail'in Filistinlilerle anlaşma masasına oturmadan tek taraflı bir şekilde Gazze'den geri çekilmesine karar verdi. Bu karar Ariel Şaron'un başkanı olduğu Likud Partisi'nde özellikle eski başbakan Benjamin Netanyahu'nun liderliğindeki bir grubun muhalefetine yol açtı. Bunun üzerine Ariel Şaron kendisiyle aynı görüşteki bir grup siyasetçiyle birlikte Likud'dan ayrılarak Kadima Partisi'ni kurdu.
4 Ocak 2006 tarihinde Ariel Şaron beyin kanaması geçirerek hastaneye kaldırıldı. Ehud Olmert, başbakanlığa vekaleten atandı. Bu tarihten sonra Ariel Şaron bir daha bilincini kazanamadı. Halen bitkisel hayattadır.

Şaron 14 yaşında İsrail Ordusu`na girdi. Ordu bünyesinde özel komando birliği kurarak ülke güvenliğinin korunmasında etkin görev üstlendi. Tel Aviv Üniversitesi`nde hukuk öğrenimi gören Ariel Şaron`un komutasındaki İsrail askerleri 1953 yılında bir Filistin köyünü basarak 60 sivili katletti. Tarihçilere göre Şaron, bu saldırı sırasında askerlerine 'herkesi öldürün' emri vermişti.

Katil İsrail işgal devletinin çok farklı birimlerinde oldukça etkin görevler yapan Şaron`un Filistin köy ve şehirlerini basarak yaptığı kanlı katliamlar özellikle de Sabra-Şatilla Katliamı onun Müslümanlarca Kasap olarak anılmasına sebep olmuştur.

Şaron`un Politik Kariyeri
1975-77:Başsakan'ın güvenlik danışmanı
1977-81:Tarım Bakanı
1981-83:Savunma Bakanı
1984-90:Ticaret ve Endüstri bakanı
1990-92:Yerleşim ve yapı Bakanı
1996-98:Alt yapıdan sorumlu bakan
1998-99:Dışişleri Bakanı
1999:Likud Partisi Başkanı
2001: İsrail Başbakanı

2006 yılının 4 Ocağından itibaren komada olan Şaron`un hali, onun caniliğini bilen Müslümanlara Allah`ın Kahhar ve Zuntikam sıfatlarını bir kez daha hatırlatmış ve mümin gönüllere hamd ettirmiştir. Öyle ya; Dökülen her damla Filistinlinin kanında, bombalarla, tanklarla viraneye çevrilen Filistin beldelerinde, daha dünyadan 3, bilemediniz 5 gün nasibini almış bebelerin hunharca kurşunlanmasında, Filistin gençlerininin hayatlarının baharında solup sararmalarında, ekinlerinin yakılıp yıkılmasında, Kudüslü anaların gözlerindeki yaşlarda, çocukların minik ellerindeki taşlarda, zindanlarında Filistin`in ve mezarlarında… her karışında Ortadoğu`nun… İsrail`in saymakla bitmeyecek tüm zülmlerinde illa ki katkısı olan Kasap Şaron`dan bahsediyoruz.

2006`da Başbakanken aniden felç geçirip komaya girdiği dönemde alınan ilk kararla, yasalar uyarınca Şaron'un tüm bakım masraflarının 5 yıl süreyle devlet tarafından karşılanması öngörülmüştü. Ancak Şaron komada 5 yılını doldurunca İşgal Devleti çok masraflı diye Şaron`un hastane faturasını ödemeye yanaşmayıp ailesine yüklemeye çalıştı. Ailesi de Şaron`un hastane masraflarını ödemeyince konu Meclis Maliye Komisyonu`na intikal etti.

Meclis Maliye Komisyonu yıllık 750 bin İsrail Şekeli, yaklaşık 220 bin dolar tutarındaki tıbbi bakım masraflarının yarısını ailesinin yarısını da İşgal Devletinin karşılamasını kararlaştırdı.

Ailesi, 2010 yılının sonunda Şaron'u, Tel Aviv'de bulunduğu hastaneden çıkarıp Necef'teki çiftliğine taşıdı. 2011 yılında Şaron`un komadan uyandığı yönünde haberler çıksa da tıpkı öldüğünü söyleyen haberler gibi bu da yalanlandı.

solunum cihazına bağlı olarak yıllarca yaşayan Şaron`un tek cezası ailesi ve devleti tarafından vebalı muamelesi görmesi olmadı. defalarca kafatası kırılarak beyin ameliyatı geçirdi. Oğlu ise sahtekârlıktan hapse konuldu.

80 yaşını geçen Ariel Şaron, yatağa bağlı kalırken, vücudunda meydana gelen çeşitli komplikasyonlar nedeniyle sık sık da ameliyat oluyor. Bu çerçevede özellikle beyninde problemler ortaya çıkan Ariel Şaron'un durumunun daha da kötüleşmemesi için yapılan beyin ameliyatları nedeniyle kafatası kırılarak beynine müdahale ediliyor. Belli aralıklarla kafatasından bir ameliyat geçiren Şaron, daha sonra da kafatasının kırılmasından dolayı ortaya çıkan deliğin kapatılması için yeniden ameliyata alınıyor. Böylece Ariel Şaron için bir "ameliyat kısır döngüsü" ortaya çıkıyor. Şaron ayrıca, soluk borusuna yerleştirilen bir boru yardımıyla nefes alabiliyor. Bu borunun değiştirilmesi için de belirli aralıklarla ameliyata alınan Şaron halen koma halinde yatıyor.

Tarihin sayılı Müslüman kanı içicilerinden birisi olan Ariel Şaron'un, bitkisel hayatta yıllarını geçiriyor oluşu beraberinde pek çok değerlendirmeyi de getiriyor. Dünya kamuoyunda çok sayıda insan, Ariel Şaron'un başına gelenleri İlahi Adalet'in bir tecellisi olarak yorumluyor. İşin daha da ilginci, Kasap Şaron'un hastalığının tam olarak ne olduğunu bir türlü tespit edemeyen heyette yer alan Amerikalı bir doktor da, aynı kanıyı dile getirerek, "Şaron'un hastalığı şu ana kadar tespit edilebilmiş değil. Muhtemelen onun başına gelenler İlahî Ceza'nın bir sonucu" ifadesini kullanmıştı.


Sizlere insan sıfatlı bu yaratığın bir icraatını daha burada anlatalım; Ariel Şaron, tarihin kaydettiği sayılı katil liderlerden birisi olarak tanınıyor. Siyasî kariyerini döktüğü masum Müslüman Filistinler'in kanına borçlu olan Şaron, daha 25 yaşındayken yaptığı Kibya katliamıyla adını duyurmuştu. Şaron, 1953 yılında Filistin'in Kibya köyünü basarak çok sayıda Filistinliyi katletmişti. takvimler 14 Ekim 1953'ü gösterdiğinde tarihe geçecek ilk büyük katliamlarından birisine imza atmıştı. 12 Ekim tarihinde, iki İsrailli'yi öldürdükleri ve Kibya köyüne doğru kaçtıkları iddia edilen kişileri takip etmek üzere Şaron, askerlerini topladı. 600 kg patlayıcı madde ile yola çıkan Şaron "Bedeli ne olursa olsun, geri adım atmayacağız" sözüyle katil ruhunun hangi boyutta olduğunu ortaya koydu. Köye yaklaşan İsrail askerleri, önce köyün girişinde bulunan iki Ürdün askerini öldürdüler. Gece karanlığında köye giriş yapan İsrail askerleri birer birer evlere baskın yaptılar. Her eve girdiklerinde "Kimse var mı?" sorusunu sordular. Filistinliler, cevap verdiklerinde acımasızca katledileceklerini bildikleri için karşılık vermediler. Evlerden ayrılan İsrail askerleri, bütün evleri dinamitlerle donattılar. Köyden ayrılırken de köyü yoğun bir bombardımana tuttular. Sabahın ilk ışıkları ile birlikte köydeki katliamın boyutları da gün yüzüne çıkmaya başladı. O günlerde henüz 25 yaşında olan Şaron ve İsrail ordusuna bağlı liderliğini yaptığı "101" timiyle Kibya köyündeki evleri yerle bir etmişti. 101 timi yaklaşık olarak 600 askerden oluşmaktaydı.

Kibya'da yıkılan evlerin sayısı 56 olarak tespit edildi. Aynı saldırıda ayrıca bir mescid, iki okul ve bir su deposu da yerle bir edildi. Filistinliler ise bombardımanın etkisiyle yıkılan evlerinin altında kaldılar. Katliam sırasında ölen Filistinlileri sayısı 73, yaralıların sayısının ise yaklaşık olarak 100 olduğu belirtildi. Bazı Filistinlilerin de tutuklandığı saldırıda Kibya köyüne ulaşan yollara yerleştirdikleri bombalar ile Kibya'ya yardımın ulaşmasını engellediler. Uluslararası Güvenlik Meclisi, 101 sayılı kararı çıkartarak, katliamı sadece kınamakla yetindi. Suçluların adalete sevk edilmesi isteği ise hayata geçirilemedi. İşte dünyadayken BM, Uluslararası Güvenlik Meclisi vb kurumların kıyak geçip döktüğü kanların hesabını vermeyen Şaron İlahi Adalet`in dünya tecellisi olarak Müslümanlara bir kez daha “İyi ki Allah var! İyi ki Allah var” dedirtiyor.

 

 

Bu haberler de ilginizi çekebilir